yaklaşımlarMurat Kanatlı50 yılda Kıbrıs’ta ne oldu? - Murat Kanatlı
yazarın tüm yazıları:

50 yılda Kıbrıs’ta ne oldu? – Murat Kanatlı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Yazının kısaltılmış versiyonu 20 Temmuz 2024 tarihinde Birgün Gazetesinde yayınlandı

rum çocuğundan kalma bisikletimi

türk çocuğu çaldı.

sonra birisi çıktı beni benden çaldı.

yıllardır çalıntı bisiklet gibi taşıyorum yüreğimi.

Faize Özdemirciler

 

Kıbrıs’ta olanı biteni anlamak zordur… Bunun en önemli nedeni resmi tarih ve resmi tarih anlatısının her döneme göre yeniden yazılması; konuları içinden çıkılmaz kılıyor ama konu Kıbrıs olunca ana hatlar maalesef yerinde kalıyor, milli dava!

Sol söyleme sahip olabilirsiniz ama mevzu bahis Kıbrıs olunca “ama orda haklarımız var, kan döktük” denebilir… Sıkı sıkıya Kemalist öğretiye de bağlı olabilirsiniz ama Misakı Milli birazcık esnetilirse ne olur? Tabi, bunun daha ağır söylemli takılmaları da var, örneğin Kıbrıs’taki Türkiye varlığını anti-emperyalist operasyona bağlamak ya da çözüm süreçlerine emperyalizm oyunları demek gibi, peki Misak-i Milli dışında 50 yıldır var olan 40 bin kişilik ordu, 50 yıldır süren savaş hali durumu, TBMM gizli oturumunda alınan savaş kararını konuşmayacak mıyız?

“Zorla Yerleştirmeden Yerinden Etmeye” kitabının yazarı Sema Erder’den şu alıntı üzerine konuşmaya başlayabiliriz, diyor ki: “Geleneksel iskân kurumunun “şenlendirme”sinin en son uygulaması 1974’te Kıbrıs’a düzenlenen askeri harekat sonrasında yaşanmıştır. (…) konumuz açısından en ilgi çekici olanı Rumlardan boşalan mülklere, tarım topraklarında üretimin sürdürülmesi ve sınır güvenliğinin sağlanması için “güvenli” nüfusun yerleştirilmesi projesidir. (…) Bu uygulamanın Osmanlı’nın savaş sonrası işgal edilen topraklarda yüzyıllardır sürdürmüş olduğu “şenlendirme” uygulamasının benzeri olduğu açıktır.” [Sema Erder (2018) Zorla Yerleştirmeden Yerinden Etmeye, Türkiye’de Değişen İskân Politikaları. İletişim Yayınları]

Rumlardan boşalan mülkler kısmını detaylandıralım: 142 bin Kıbrıslı Rum, ki o günkü nüfusa göre yüzde 30’a tekabül ediyordu, yerlerinden edildi… Adanın tamamında Kıbrıslı Türklerin 1974 öncesi mülkiyeti Kıbrıslı Rumlara göre yüzde 17, Kıbrıslı Türklere göre ise yüzde 26 idi, bu fark özellikle vakıfların mallarının statüsüne dair bir tartışma ve günümüzde halen devam etmektedir. Rakamın son hali 1974’te ne olursa olsun kuzeyde yüzde 37’lik bir bölge Türkler tarafından kontrol edilmiş oldu.

Kıbrıs Türk Harita Dairesi 1974 kayıtlarına göre kuzeydeki Kıbrıslı Rum özel mülkiyeti 1,228,838 dönüm olarak tahmin edilmektedir ki bu kuzeydeki toplam özel mülkiyetin yüzde 63.8’ine karşılık gelmektedir. Kıbrıslı Rum tahminleri ise 1,463,382 dönüm yani yüzde 78.5… [Gürel, Ayla & Kudret Özersay (2006) Kıbrıs’ta Mülkiyet ve Siyaset: Kıbrıs’taki İki Toplumun ‘İki Bölgelilik’ ve ‘İnsan Hakları’ Temelindeki Çatışması PRIO Cyprus Centre Report: 3]

Bunun Türkçe çevirisi ne midir? Bir milyon dönümden fazla arazinin ganimetten sayılması! Hem de bu öyle boş arazi değil, içinde tüm eşyası ile tabağı çanağı, yatağı ile evler, bağı ve bahçesi ile koca bir alandan bahsetmekteyiz… Yalnızca ev de değil, içinde ham maddesi ve ekipmanı ile fabrikalar, adanın en büyük tahıl üretim alanı olan Mesarya ovası, sulu tarım yapılan, narenciye yetiştirilen Omorfo (Güzelyurt) ve Maraş’taki tarım ve hayvancılık alanları da kuzeyde Türk bölgesinde kaldı…

Peki Sema Erder’in dediği şenlendirme nedir?

Yrd. Doç. Dr. Semra Purkis ve Doç. Dr. Hatice Kurtuluş’un TÜBİTAK çatısı altında yaptığı “Kuzey Kıbrıs’a Türk Göçünün Niteliği ve Göçmenlerin Ekonomik Sosyo-Mekansal Bütünleşme Sorunları” başlıklı bir araştırma var. Bu araştırma daha sonra İş Bankası Yayınlarından kitap olarak da basıldı, ordan okuyalım:

“1975 Şubat’ında yapılan protokolden sonra, Türkiye’de toprakları baraj gölü altında kalmış ya da kalacağı için iskân kararı bulunan, heyelan bölgesi ilan edilmiş olan ve orman içinde kalmış olan köylerin bulunduğu 14 İlde valiler aracılığı ile Kıbrıs’a göçmen alınacağı duyuruları yapılmıştı. Bu bölgelerde bu konu ile görevlendirilmiş iskân memurları ve muhtarlar aracılığı ile köylülere, hangi koşullarda göç edeceklerine, nereye yerleşeceklerine, sahip olacakları sosyal haklara, kendilerine verilecek tarım arazisi ve evlere dair bilgiler vermiş ve göçü teşvik edici konuşmalar yapılmıştı”

Bu şekilde 1980 yılına kadar adaya 82 bin kişi geldi, yüzde 20’si koşulları beğenmediği için geri döndü… 1960 nüfus sayımına göre ise adadaki toplam Kıbrıslı Türk nüfus 105 bin idi, 1980’lere gelindiğinde ise 200 bin’lere gelmişti…

Araştırmadan okumaya devam edelim:

“1975-1976 yıllarında Tarım İşgücü Protokolü’ne dayanarak Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a getirilen ve devlet güvencesinde yerleştirilenler ve 1975-1979 yılları arasında bireysel olarak göçmen olmak üzere başvuranlarla birlikte Kuzey Kıbrıs’a yerleştirilen birinci dalga göçmen sayısı 82.500 kişidir. Bu nüfusun % 20-25’i bir yıl içinde geri dönmüştür.”

Peki Yrd. Doç. Dr. Semra Purkis ve Doç. Dr. Hatice Kurtuluş’un çalışmasında konuşanlar nasıl geldiklerini söylüyorlar? “bize, o ara gelen heyetler dedi ki, Kıbrıs’ta çok para var, hükümet size yiyeceğinizi verecek, size yerine göre iş kuracak kadar para verecek”, nitekim verdiler de. Bir müddet verdiler.”

Yani yukarda belirttiğimiz silah zoru ile evlerinden yerlerinden edilen Kıbrıslı Rumlardan kalan milyon dönümlük araziler ile geride bıraktıkları her şey Türk liderliği tarafından imtiyazlı Kıbrıslı Türkler, güneyden gelen Kıbrıslı Türkler, Anadolu’dan gelenler arasında paylaşımı yapılıyordu…

Yeniden araştırmadan alıntı yapalım; “1975’in sonlarında başlayan bu göç dalgası 1980’lerin başlarına kadar sürmüştür. İlk dalga göçmenler Türkiye’nin belli yerlerinden, bütün bir köy ahalisi ya da köysel mahalle halinde otobüslerle alınarak Mersin Limanına götürülmüş oradan da gemilerle Gazi Mağusa Limanına taşınmışlardır”

Bireysel, ekonomik durumu iyi olmadığı için Almanya’ya gider gibi Kıbrıs’a gidelim denen bir durum yok, bir köy olduğu gibi devlet imkanları ile 1975’te yeniden yerleştirildi… Peki bu savaş suçlarını düzenleyen Cenevre Konvansiyonuna aykırı değil mi?

Sınırdışı edilme ya da zorla nüfus taşıma”, Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsünün 7. Maddesine göre insanlığa karşı bir suç olarak tanımlanmaktadır. Eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Mahkeme pek çok siyasi ve askeri yetkiliyi insanları bölgeden zorla sınır dışı ettiği için yargılamış ve bazı hallerde mahkûm etmiştir.

Doğru, konu Kıbrıs olunca başka!

Peki Türkiye’de sol söylemi olanlar bunu neden dert edinmeli? Kıbrıs’ta demografik yapı zorla değiştirilirken bunun Osmanlı’dan kalan fethedilen toprakların şenlendirmesi faaliyeti olduğunu görülmezse, Kuzey Suriye’deki benzer nüfus mühendisliğini anlamlandırmak zor olur.

Hala 1975’tekinin nüfus taşıması olmayacağına dair şüpheniz varsa, bu konuyu yöneten İsmet Kotak’ın açıklamaları sizleri aydınlatabilir. Adı geçen araştırmadan okuyalım: “Gazi Mağusa’ya (gemilerle) gece getirirdik göçmenleri onu da söyleyeyim. Gece gelirdi gemiler, çünkü Barış Gücü surlar üzerinde nöbet tutuyordu. Dolayısıyla, onlar resim çekmesin diye – o zaman gece görüşü diye bir şey yoktu biliyorsunuz- biz bunları gündüz değil, geceleyin getirirdik. İki feribot aynı anda dayanıyor limana. Biz otobüslerimizi hazırlıyorduk ve yıldırım süratiyle bunları alıyoruz ve bilinmeyen istikamete hareket ediyorlar tabii… Şimdiki Doğu Akdeniz Üniversitesinin Rektörlük binası, eski bir Rum okuluydu, Biz orayı yurda çevirdik. (…) Gelenleri limanda karşılıyoruz, evvela geminin içinde bir “hoş geldin, burayı vatan yapmak sizin göreviniz” şeklindeki konuşmalar ve sonra da muhtarın başkanlığında otobüslere onları bölüyoruz.”

1974’ten yalnızca bir yıl sonra onbinlerce insanın adaya taşınabilmesi uzunca bir hazırlığı da anlatır, bu da aklımıza TMT’nin 1958’de ilk kurulduğunda Türkiye’de operasyona uygun görülen isimdir, KİP, açılımı ise Kıbrıs İstirdat Planı, yani Kıbrıs’ı geri alma, kaybedilen toprağın geri alınması…

Burada Nihal Atsız’ın 1971 yılında Ötüken Dergisi’nin 85. Sayısında yazdıklarını yeniden hatırlatmakta yarar var. Atsız “Kaybedilmiş vilâyetimizi yeniden almak” diye yazıyor ve devamında;

“Kıbrıs asırlarca Türk ülkesi olarak kalmış, bize mal olmuş bir adadır. Hatay nasıl geri alındıysa Kıbrıs da geri alınacaktır. Bugünkü durumda Türk nüfusunun az olması tarihî hakkımızı asla elimizden alamaz. İsrail devleti kurulduğu zaman bugünkü İsrail topraklarındaki Yahudiler yüzde kaç tutuyordu? Bir millet millî inancı kuvvetli olduktan sonra haklarını geri almasını bilir ve o toprakları yine yüzde yüz kendi milletiyle doldurur”

Nihal Atsız’ın yaklaşımı temelsiz değildir. Fuat Dündar’ın ‘Modern Türkiye’nin Şifresi’ kitabı Osmanlı ve İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC)’nin nüfus politikalarını anlamanıza ciddi şekilde yardım etmektedir. Fuat Dündar özellikle İTC’nin Anadolu’nun Türkleştirilmesi için yaptıklarını etnisite mühendisliği olarak tanımlıyor. “İttihatçıların sevk ve iskâna sadece Türkleştirme aracı olarak değil, bir savaş aracı, bir savaş stratejisi olarak başvurduğunu anlatması bakımından tercih” ettiğini belirtiyor.

Fuat Dündar ‘fethedilen toprakların kolonizasyonu’ dışa dönük bir nüfus hareketiydi diyor. Dündar “Osmanlı Beyliği, güttüğü nüfus ve kolonizasyon politikası gereği, her fetih sonrası, toprakların etnik-dinsel kompozisyonuna müdahale ediyordu” diyerek yazmakta.

Fuat Dündar “Balkanlardaki her fetih ve kolonizasyon, sistemli bir sevk ve iskan politikası eşliğinde yürütülüyordu. Bunun için, Anadolu halkından bir miktar nüfus, sistemli bir şekilde fethedilen topraklara transfer ediliyordu” diye de yazıyor.

“Zorla Yerleştirmeden Yerinden Etmeye” kitabının yazarı Sema Erder “Geleneksel iskân kurumunun “şenlendirme”sinin en son uygulaması 1974’te Kıbrıs’a düzenlenen askeri harekat sonrasında yaşanmıştır” diye yazması tüm bu nedenlerle boşuna değildir…

Tüm bu politikalar 50 yıl sonra nereye geldi? 14 Mayıs 2023’te yapılan TC Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçiminde yaklaşık 142 bin seçmen oy kullanabilirdi… Çift vatandaşların da olduğu kuzeydeki toplam seçmen sayısı ise 210 bin…

Tüm bu nüfus politikaları Kıbrıs’ın kuzeyindeki demokrasinin de işlemediğinin net ifadesine dönüştü, Kıbrıslı Türklerin iradesi yok sayılmakta, Ankara artık tüm kritik kararların sonucu etkileyebilmekte… Artık gelinen noktada siyasi partiler bile başkanlarını seçerken “Tayyip ne der” kaygısı ile hareket etmektedir. Ankara durumun uygun gördüğü tüm zor araçlarını bu yeni demografik yapının mobilizasyonu için de kullandığı geçmişte gördük, kendi görüşlerine karşı gelenleri adadan sınırdışı ettirmesini 1980’lerde ve 90’larda yaşadık…

50 yıldır, Kıbrıslı Rumların bıraktığı mallar mülkler yağmalandı, bazı kesimler bundan çıkar elde etti ama süreç henüz bitmedi, adanın kuzeyi bir beton yığınına dönmekte ancak Kıbrıslı Rumların mülkleri üzerinden rant ve rant kavgası devam etmekte… Şimdi yeni akım, yabancılara mal satışı ile kara para aklama ve gelen paralar ile yabancılar adına Kıbrıslı Rum mallarına dev binalar inşaa etme…

Bunun yanında her geçen gün daha fazla Kıbrıs’ın kuzeyi Türkiye’nin arka bahçesi olmakta, her türlü mafyatik iş burda sürmekte… Bu yeni de değil, Özal’lı dönemde offshore bankacılık sonrasında Türkiye’deki kumarhanelerin kapatılıp Kıbrıs’ın kuzeyinde aynı sahiplerle açılması, şimdi ise kara para aklama işlerinin buralara kayması, Türkiye’yi yönetenler için Kıbrıs’ın tek başına milli bir mesele de olmadığını anlamaya yardımcı…

Elbette birçok Türkiyeli sivil askeri yetkilinin de içinde olduğu kültürel mirasların yağmalanması ve yüksek rakamlara yurtdışına satılması, eski eserler kaçakçılığı da konunun başka yönleri… Örneğin Kutlu Adalı’yı konuşurken tam da bu konuyu konuşmamak nasıl olur? İçinde Galip Mendi’nin olduğu işleri konuşmadan, “Kıbrıslı Türk bir aydın gazeteci öldürüldü, üzgünüz” demek Kıbrıs’ta olan biteni eksik anlatmanın ifadeleri…

Bunun yanında savaşlar, çatışmalar sırasında binlerce insan hala kayıp, savaşın yaraları hala açık…

Darbe, işgal, istiladan 50 yıl sonra faşist Nihal Atsız’ın dediği gibi kaybedilmiş vilâyetin bir kısmını ebedi bir şekilde geri almak için TC devleti geleneksel tüm mekanizmalarını çalıştırırken, Türkiyeli sosyalistler, demokratlar Kıbrıs’ın geleceğine nasıl bakmak istiyor? Kimin yanında olacaklar? Kıbrıs’taki son 50 yılı TC’nin devletlü politikaları belirledi, Kıbrıs’ın geleceğini ise bu soruların cevapları belirleyecek…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
351AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin