Ta çocukluğumdan beri hep şu uyarılarla iyice kişiselleştim. Önemli konularda başta aylem ve okul öğretmenimhep “sakın söyleme, sonrası” denip tehtitler dahi vurgulandı. Hayat yayıldıkça şunlarla da karşılaştım: en çirkin olay olsa da özelikle teşkilat çevrelerinden en yakın bildiklerim “söyleme: sonra rumların kulanacağı mavzme olur” deyişleri her alanda karşıma geldi. Öyle geldi ki zaman oldu, iyice içine kapandığım dömemler de oldu. Çekingenlik ve ürkeklik adeta beynimde travmaya dek geldi. Çocukluğumun önemli kısmı Kıbrıs Körle okulu, göçmenlik ve Türkiyede yine başta Körler okulu sürecinde olması, birçok konularda kendi kendine karar verme veya suskunlukla izleme duygularını epey artırdı.
Gün geldi siyasal gerçeklerle de karşılaştım. Eleştirisel ile sorgulayıcı yönteme geçince, hemen karşımdakilerin önemli kısmı “ama” kelimesine sarıldılar. Ne yazan kendi yanlışlarımızı söylesem, hemen birileri itiraz edip, ötekilere suç göndermeye başladı. İş Kıbrıs sorunun a gelince de yapıllanlar artık gizlenemez hale gelince “ama Rumlar da şunu yaptıyla” aklanma, kaçış davranışlarla hep karşılaştım. Bunların zamanı değildir karşıtlığında epey ulaştım. Kısaa, kendi kendimizi kandırdık. İster bilerek, ister korkularak ve giderek bilmeyerek kurtulma çarelerine davranışlaştırıldı.
****
kendi kendimizi kandırmayalım: günümüzde olanlar hep göstere göstere oldu. Yeri geldi bunları kutsayıp tabusal savunma refleksine dek koyduk. Geniş düşünmeği veya kendini sorgulamayı hep öteledik. İşte Yirmi Temuz Türkiye devlet erkanı Lefkoşaya çıkarma yaparken, savrulan düşünceler gerçekle yüzleşenler için hiç geşmişten gelen sonuç olması yabamcı değildi. Sizi anılarımla hem de basit yaşananlarla yeniden eliler sonundan günümüze taşımaya çalışacam. Tabi ki bir makaleye nekadar anı sığdırılırsa.****
Daha çocuktum. Henüz Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilmedi. Ama ilanı yakındı. Amcamın evinde bir harita hep aklıma takıldı. Rahmetli amcamın evindeki harita bayraklarla Kıbrısın ikiye ayrılmasını yansıtıyordu. Daha Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilmedi. Yengem bize “işte, Türkiye gelip buraları bizim olacak” diyordu. Çocuk aklımla, bizim köy neden yok sorusu da hep oluyordu. Hat da rahmetli amcam ki teşkilat içinde oldukça bölgesel yetkiliydi, ikili taksim haritasından söz ediyordu. Ya güney veya Kuzeyde bir bölgenin bizim olacağını hep söylüyordu.
****
Kıbrıs körler okulundaki atmışın ilk dönemleri de değişik durumlar yaşadım. Türk Rum karışıktık. Tabi, öğrenim ayrı ayrı odalarda yapılıyordu. Ama Rumların konuştukları ve bize özellikle Özel Reşatın anlatıkları hep çelişkiliydi. Hele de tarih bilgileri epey farklıydı. Daha kötüsü, anlamını bilmediğim gün nedeniyle de Ülgen hocamından sert tokat yedim. Yermisekiz Ekim gününün ohi olduğunu bilmiyordum. Rumlarla ortak ratyo dinlerken, yanağıma sert tokat yiyip beni oradan uzaklaşırdı. Fakat nedenini dahi açıklamadı.
Körler okulunun son günü de ilginçti: yirmibirAralıkta oradan apartopar ahyrıldık. Bilmeden bunun son gün olduğunu sonradan öğrendim. Hele ozaman anlatılanlar adeta soradan beynime epey sarsıntıcı etkileri de oldu.
Aytotoro veya Bozdağ köyündeki devam eden öğretimde, Akif hoca hep elinde deynekle haritada bir yerleri gösterip Türkiye gelip burayı alacak diyordu. Bu daha sonra Erenköydeki öğrenimde de devam ediyordu. Anlayacağınız eğitim ve aylede hep Kırısın parçalanacağı ve Türkiyenin gelip buraları kurtaracağı konuşmalarıyla büyüdük.
Türkiye maceramda ise ö nce Kıbrısı anlatmak gerekiyordu. Öyle bilgisizlik vardı ki dilediğim yalanı dahi kolayca kabullendirme koşulları vardı. He Türkiuyenin Kıbrısı alacağı ve eskiden beri Türkiyenin olduğu sözleri dışında adayla alakalı bilgi yoktu. Nedense bir de Denktaşı biliyorlardı. İlk dönemde Doktor Küçük söylerken, çoğu şaşırıp “kimdir” sorularıyla da karşılaştım. Türk olma veya namaz kılıp kılmama soruları da cabadan geliyordu. Bunlar hep yaşamla taşlanıp gidiyordu.***
Yetmişdört dönemini ö nceki yazılarımda yazdım. Ekleyeceğim nokta da önemlidir. Daha Türkiye adaya çıkmadan, çıkma olasılığı artığı zamanda dahi buradan çıkacağına kimse inanmıhordu. Aksine beklenen müdahalenin gecikmesi lafları kulanılıyordu. Öyle ki Türkiye adaya çıkarken ve garantörlük falan vurgularken, hiçbirimiz Türkiyenin adadan çıkacağını düşünmedi. Hat da alacağı yerlerin gneişliği üzerine ahkam kesiliyordu. Hele de darbe ön cesi örneğin, bizim köylüler Omorfodan geçerken , güzel portakal bahçeleri arasından akarken “ne zaman ürkiye gelip bunlar bizim olacak” düşünceleri de açığa vuruluyordu. Kısaca, Türkiye adaya çıken, kimse yeniden geri gideceğine inanmıyordu. Buna Kisincirin açıklamalarıyla da adeta daha kolay kabul görmeği de yaratı.
***
İlk önemli kıyası da ikinci ve üçüncü Viya a laşmaları nda yaşadık. Karpazda rumların kalması sonucu, anlaşmada Karpazın bazı köyleri kantonal özerklik kriteriyle atlandırıldı. Oysa anlaşma üzerinden daha bir yıl geçmeden, Yetmşaltıda bizim köye eski adı Yalusaya yerleştirildi. Erenköydeki göçmenlerin ağırlığındaki kaçma isyanı sonucu, taşınan köy halkı anlaşmada kantonal özerk olan eski adı Yalusa şimdiki adı Yeni Erenköye yerleştirildi. Bu konuda öğretim nedeniyle sosyalist düşüme sonucu, köylülere ilgili yerleşimde ilerde sorunlar olacağını söyledik. Ama herkes “Türkiye zaten burdan çıkmaz” yanıtı verildi. Öeyle de oldu. Yalusaya giden köylüler, verilen evlredeki Rumları nasıl kovduğu da yaşayanlar tarafından zaten kahramanca anlatıldı.
***
Gerek Kisincirin gerek se aET temsilcilerinin yetmişdört ve yetmişsekizde tesadüfen Ecevite yaptıkları federal ön erinin ret edilmesi de olayın nedenli anlaşma ile pratik farkını anlatmayya yetiyor. Ayrıca, yetmişdokuzda Kipriyano Denktaş anlaşması yapılırken, Maraş gibi konuya dahi atıfta bulunmasına karşın, kısa zaman sonra denktaşın bağımsızlık ilan probagandası da yapması rasgele olamazdı.
Seksen yılındaki seminer dersinde ben konu olarak Kıbrısın sanayileşme ağırlıklı konuyu aldım. Epey araştırma da yaptım. Yazımı düzenleyen Hikmet Kurnaz ve Yaşar Bildirici, “Türkiye bu yapıyı yok edecek” dediler.”Başka türlü kendine bağımlı kılamaz” tesbitini yaptılar. Nitekim, derste konuyu anlatırken başta ders hocası çoğu durumu resmen anlamadı. Hat da sonradan bana “rüya anlatığını zannedip zayıf vermeği dahi düşündüm” itirafını yaptı…
Bu anıları anlatmaya daha devam edeb ilirim. Örneğin Vasiliyu ile tam anlaşılacakken, Denktaşın iki devletli seçeneği seslendirmesi ve TC yönetimine de meclis golu atması da önemli doksan sayfasıdır. Daha yakını zaten günü geldikçe yazdım.
****
Kısaca, kkendi kendimizi kandırmayalım. Zaten cumhuriyete veya bağımsızlığa hiç inanılmadı. Bu konuyu seslendirenlerin ta İngiltere döneminden beri başına gelenler de malum. Garip olan ne İngiltere ne Kıbrıs cumhuriyeti hiçbir zaman katledilen aydın demokratlar soruşturmasıyla hiçbir kişiyi yargılamadılar. Herhalde buda tesadüf falan değildir.
Şimdi türkiye müdahalesi üzerinden eli yıl geçti. Türkiye devlet erkanı Lefkoşada boy gösterisi yaptı. İşbirlikçilerimiz adeta kapıkulu gibi ordan oraya yalakalıkkta yarıştılar. TC teclisi aldığı kararla adeta bazı foncu ezberi federasyonu resmen çöpe atı. Ama federalcıların foncu ekseni veya koltuk bekleyenler pek ses çıkarmadı. İşbirlikçi şerbetinin içilmesinin beyin tahribatıydı olan. Onun için tekrar edecem: kendi kendimizi kan dırmayalım. Kandırırsak da sadece gerçekleri yok sayıp statikonun savunucusu oluruz. Ta aştan biliyorduk. Hele de Türkiye adaya çıkınca geri çıkmayacağı da kesin. Yine siyaset olarak ilhaklaşma politiklasına yöneleeğini seksende bizat ben o dönemdeki siyasal harektte belirtim. Ööyle de oldu.
Şimdi Kıbrısta Amerikan üstü ve Ortadoğudaki rol gündemde. K. Kıbrısta bununla da ilgilenen yok. Ama gidişat da belli. Hele de uluslararası kurumların hiçeleştiği, hukuk denilen nesnenin silikleşip anlamsızlaştığı durumda hala iki toplum liderle avunmak da kendi kendini kandırmanın yeni plağın eski versyonu olarak sunuluyor.