İkinci Yenicilerin ‘70’lerin sonunda ortaya attıkları meşhur ‘Ölmeme Günü’ hikayesini çok severim. Sevgili Nilay Örnek’in kendi sitesinde çok güzel ve detaylı bir anlatımı var. Orada İsa Çelik’in dilinden şöyle aktarıyor:
“…O sırada tombalacı İsmet de geldi. Biraz bozuk… ‘İsmet bir ölük halin var; iyi misin?’ dedim. ‘Ölük’ de benim uydurmam bir laf. Hani umutsuzdan, mutsuzdan farklı… Tomris cevval zekâ! Bir büyük rakı söyledi. Dedi ki: ‘İsmet önümüzdeki yıl bugüne kadar bu rakıyı muhafaza edeceksin ve gelecek yıl açıp içeceğiz.’ Aldım rakıyı, kâğıt kapladım getirdim. O rakıyı öyle verirsek, biliyorum, alçak İsmet gidecek içecek sonra alacak başka rakıyı getirecek. Dedim ki ‘Herkes imzalasın, bu rakıyı bu kâğıda sarıyoruz, bantlıyoruz’… Sonra imzaladık, İsmet’e verdik. Rakı ve Özgürlük lafı Dünya Ölmeme Günü oldu. Tomris’in lafıdır o… Onu kâğıda sarma, imzalatma fikri benimdir. Kayıtçılığımdan işte…”
Kimler kimler yok ki masada: Can Yücel, Edip Cansever, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Ömer Uluç, Muhteşem Sünter, Salim Şengil, İsa Çelik, Mehmetcan Köksal, Dürnev Tunaseli, Behzat Ay, Nezihe Meriç…
1985’te Turgut Uyar’ın ölümüne kadar edebiyatçılar, şairler o masada buluşup birbirlerinden besleniyor, hayatla yeni bağ yeşertiyor, derdi, neşeyi paylaşıyorlar.
Bir de kitap okumuştum: Kürdün Meyhanesi.
1940-60 arası, Ankara’da siyasilerle birlikte sanatçıların, yazarların müdavim olduğu bir ufak meyhanede anılar.
Orada da Nurullah Ataç, Orhan Veli, Suat Derviş, Cahit Sıtkı, Fikret Otyam, Ceyhun Atuf Kansu, İlhan Tarus, Çetin Altan, Salim Şengil, Cüneyt Arcayürek, Cahit Burak, Orhan Peker, İlhan Berk, Azra Erhatlar…
Meyhane kültürünün ötekileştirilmediği, içkinin sınıfsal olmadığı dönemler. Küçük atışmaların büyük kopuşlar demek olmadığı, şiirin, romanın, makalenin kıymetinin bilindiği, iyi okunan, sağlam yazılan yıllar.
‘Ölük’ kelimesi ne güzel betimlemiş örneğin halimizi. Yaşıyor muyuz belli değil, hayat var dedirtecek ne var elimizde?
O dönemlere denk gelemedik. Gazeteciler, aydınlar, yazarlar ekseriyetle ya seminer, söyleşi ya da basın açıklamasında ayak üstü birbirlerine denk gelebildiler.
2023 ekim ayında, yazar Mine Söğüt’ün kalabalık bir yazar grubuna ilettiği mesajda müthiş bir teklif vardı:
“Her ayın birinde buluşup, birbirimizi görelim, birbirimizden güç alalım, moral bulalım, bu zor zamanlarda mesafeleri azaltıp muhabbetleri çoğaltalım, mümkünse bu buluşmaları daimileştirelim.”
1 Kasım’daki ilk buluşma ardından gelenek başlamış oldu. Beyoğlu Asmalımescit’te bazen birleştirilmiş beş masadaydık bazen on.
Matbaa fiyatları fenaydı, artık pek de okuyabilen kalmamıştı, yüz binlik yazarlar bile tek baskıda otuz bin basılır olmuştu, ilk kitaba heveslenen çoğu yazar adayına geçmişler oluyordu, telifler kuşa dönüyordu, hevesler kırılıyordu ama vardık ve bir aradaydık, konuşmak kaynaşmak, hevesleri paylaşmak, yüz yüze ödülleri, yeni eserleri tebrik etmek, yazı üzerine sohbet edebilmek ne iyi oluyordu.
Birbirimizle iletişim kurabilmek için açılan e-posta grubunda, edebiyatla ilgili güncel konuları da tartışabiliyorduk. Her kitabını aynı hevesle okuduğum üstatlarla ‘bcc’de yan yana olmak bile benim için onurdu.
Oraya okurken sevinçten gözlerimi dolduran bir mesaj geldi geçtiğimiz haftalarda; değerli Yiğit Bener, eş yazarlar olarak Selahattin Demirtaş ile bir roman yazdıklarını, yazarlar masasının mensupları olarak ilk bizlerle paylaşmak istediğini anlatıyordu bize.
Olmazları olduran, akla gelmeyeni gerçek eden işlere o kadar hasrettim ki gözyaşlarıma hakim olamadım okurken, gelen yazılı yorumları okurken bu hislerimde yalnız olmadığımı görüyordum.
Yalnız olmadığımızı gördüğümüz anların hissine belki de yeni bir kelime bulmalı, o kadar kıymet hak eder duruma geldi seneler içinde.
Hemen aynı gün gelişti olaylar ve 6 Temmuz’da, kitabın okura ulaştığı ilk günde, eş yazarlardan Yiğit Bener’den kitabı dinlemek ve siyasi tutsak diğer eş yazarla aynı şehrin havasını soluyabilmek adına Edirne’de aldık soluğu, bir otobüs dolusu yazarla. Kimler kimler hem de: Altay Öktem, Ayfer Tunç, Ayşe Sarısayın, Deniz Durukan, Gündüz Vassaf, İsmail Güzelsoy, Neslihan Önderoğlu, Sevim Erdoğan, Şebnem İşigüzel, Gülayşe Koçak, Ceren Sözeri, Filiz Gazi ve ‘neden yazdın?’ diye yargılanan Yavuz Ekinci…
Bir şeyi içten kutlamaya ne hasretmişim.
Hukuksuz tutukluluğunda, güftekar, bestekar, ressam derken gerçekten ülkenin en çok okunan, çok üretken sağlam yazarlarından birine dönüştü Selahattin Demirtaş. Kendisinin de Yiğit Bener’in de sıkı okuru olarak, ilk kez karşılaştığım ‘eş yazar’lı kitap Arafta Düet’i okurken hangi bölümü kimin yazdığına dair çok tahminde bulundum ama iddiaya girebilecek kadar cesur olamadım. Öyle iyi kaynaşmışlar.
Roman, emekli tümgeneral Ayvaz Dere ile darbe yıllarını ağır yaşamış solcu avukat Sinan’ın yollarının kesişmesini, eş yazarlara çok yakışan ince bir mizahla anlatıyor.
Bir işkencenin iç sesini yazarken mizahı kullanabilmek, ezbere yüklenmek yerine, gerçek bir karakter yaratabilmek, empatinin nasıl yapılacağını, ezberlerin nasıl bozulabileceğini polisiye ile sarmalayıp kör göze sokmadan verebilmek ve bunu yapan eş yazarın siyasi bir tutsak olması…
Kitabı okurken, en basit cümlelerle anlatamadığım şeyleri bir kurgu romanda gördüm. Kesin hükümlerin, önyargıların, keskin cümlelerin insanları okusun isterim en çok.
Bu iktidar öyle keskinleştirdi ki herkesi, duyguları, hisleri; gerçeği göremez olduk.
Siyasal İslam’ın mübah kavramı karşısına ‘beter olsun’u koyduk. Aynılar oysa.
Hak ve hukuku kişiye ve ideolojiye göre objektif, eşit ve adil olmaktan çıkarırlar.
‘Normalde savunurdum bu hakkı ama haksızlık da bunlara müstahak’ diye cümle kurdurdu sistem en makul sandıklarımıza bile.
Oysa kimse, her konuda görüş beyan etmek zorunda da değildi. Birbirimizi söz söyleme mecburiyetine tuttuk.
Şaşırma yetimizi kaybettik kimse bizi olumlu yönde şaşırtmayınca, kanıksama zehrine kapıldık.
Arafta Düet sizi şaşırtacak.
Boş nefret cümleleri etrafta salvo atarken, çözüm için diyaloğa geçebilmenin ne demek olduğunu hiç beklemediğiniz yerden önünüze koyacak.
Bu mahareti, onca yılın tutsaklığına rağmen gösterebilmek; bir kez daha şapka çıkarıyorum Sayın Selahattin Demirtaş’a.
Ve bizi imkansızı oldurarak ölüklükten kurtaran bu kitap için eş yazarlara da, Dipnot Yayınevine de teşekkürü borç biliyorum.
Bunca yazarı bir araya getiren Sevgili Mine Söğüt’e bir kez daha minnetle sevgiler göndermek istiyorum.
Kalabalık masalar kurmalı demek, darda da olsak zorda da, rahat zamanlardaymış gibi özgürce sohbet edebilmek için bir vesile bir araya gelmeli.
Böylelikle yeniden ivme kazanılabiliyormuş.
Yazara, şaire, edebiyata, harekete olan tazelenmiş inancımla iyi hafta sonları diliyorum.