Fransa’da geçen pazar günü ikinci turu gerçekleşen erken seçim, sol-sosyalist güçlerin zaferiyle sonuçlandı. Bu gelişmenin hem Fransa hem de Avrupa siyasetinde önemli yankılar uyandırdığı bir gerçek. Sol cephenin zaferi, aylardır gündemi belirleyen aşırı sağcı Ulusal Birlik’in (RN) lideri Marie Le Pen’e karşı büyük bir karşı duruşun sonucuydu. Le Pen’in azgın neoliberal politikaları, göçmen ve mülteci karşıtlığıyla damga vuran söylem ve anlatıları ilk turda onu öne çıkarsa da, ikinci turda büyük bir kayıp yaşattı ve üçüncü sıraya gerilediğini gördük.
Seçimlere giden süreç, Macron’un Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde çoğunluğu sağlayamaması üzerine parlamentoyu feshederek yeniden seçim ilan etmesiyle başladı. Bu karar siyasi bir manevra gibi görünse de Fransa’daki siyasi dengeleri altüst etti. Fransa halkı, son 50 yıldır olmadığı kadar yoğun bir şekilde oy kullandı. Olağanüstü yüksek bir katılımla (yüzde 66,7) 1936’dan bu yana ilk kez Yeni Halk Cephesi (Nouveau Front Populaire-NFP) bayrağı altında birleşen sol-sosyalist güçler, aşırı sağcı Ulusal Birlik (Rassemblement National) cephesini ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un öncülüğündeki seçim ittifakını (Ensemble) geride bırakarak Ulusal Meclis’in en önemli gücünü oluşturabildiler. Seçimlere katılım oranının son 25 yılın en yüksek seviyeye ulaşması, bu birleşimin toplumda ve özellikle de genç kuşaklar nezdinde geniş bir yankı bulduğunu gösteriyor.
∗∗∗
Seçimleri kazanan NFP’nin sözcüleri – La France İnsoumise (LFI) adına Jean-Luc Mélenchon, Sosyalistler (PS) adına Olivier Faure ve Yeşiller (EE-LV) adına Marine Tondelier – seçim gecesinde “Biz ülkeyi, ortak programımızı adım adım gerçekleştirerek yöneteceğiz” sözünü verdi. Söz konusu program üç temel talebi içeriyor: İlk etapta “emeklilik reformunun” iptali ve emeklilik yaşının 64’ten 60’a indirilmesi, Macron’un işverenler lehine yaptığı işsizlik sigortası düzenlemelerinin geri alınması, son olarak Avrupa Birliği (AB) ve Fransa‘ya gelen mülteci ve göçmenlerin sınır dışı edilmelerinin derhal durdurulması.
NFP’nin gelecekteki azınlık hükümetini kimin yöneteceği henüz belli değil. Keza ittifakın mutlak çoğunluğu da yok. İttifak tarafından kurulan bir hükümet, Macron’un son iki yıldaki azınlık kabinesi gibi, önümüzdeki aylarda kararnamelerle yönetimi sürdürebilir.
∗∗∗
Fransa’daki bu gelişmeler, Avrupa ve Almanya’daki sol güçler için de önemli dersler içeriyor. Almanya’da sol güçler arasında birlik sağlanmasında ciddi zorluklar yaşanıyor. Sol Parti’nin (Die Linke) AP seçimleri öncesi bölünmesi, bu zorlukların en belirgin örneği. Sahra Wagenknecht’in önderliğinde kurulan Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW), yeni sol popülist ve milli-sol çizgisiyle aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisine karşı bir alternatif oluşturmaya çalışıyor. Ancak bu, sol güçlerin genel olarak bölünmüşlüğünü ortadan kaldırmakta yetersiz kalıyor.
Almanya’da AFD ve aşırı sağ akımlara karşı toplumsal kesimler arasında büyük bir direnç mevcut. Son olarak, geçen hafta sonu Almanya‘nın Essen şehrinde AfD’nin gerçekleştirmek istediği kongreyi engellemek için on binlerce kişinin sokağa dökülmesi, bu direncin en somut örneklerinden biri. Bu noktada, Almanya’daki sol ve ilerici güçlerin AfD’nin önüne geçebilmesinin tek yolunun güçlü bir “antifaşist halk cephesi” oluşturmak olduğunu görmek mümkün. Fransa örneği, Almanya’nın demokratik güçlerine bu konuda önemli bir ders sunuyor.
∗∗∗
Dolayısıyla Fransa’da sol-sosyalist hareketlerin birliği ve Halk Cephesi’nin zaferi, Almanya’daki sol güçler için bir model teşkil edebilir. Fransa’daki başarının temelinde, faşizm ve ırkçılığa karşı kararlı bir duruş ve geniş bir toplumsal mutabakat yatıyor. Almanya’da da benzer bir yaklaşım benimsenirse, AfD ve benzeri aşırı sağcı hareketlere karşı etkili bir mücadele yürütülebilir. Bunun için, sol güçlerin kendi aralarındaki farklılıkları bir kenara bırakarak ortak bir hedef doğrultusunda birleşmeleri şart.
Sonuç olarak, Fransa’daki seçimler, Avrupa siyasetinde önemli bir dönüm noktasıdır. Sol cephenin zaferi, aşırı sağa karşı güçlü bir birlikteliğin ne denli etkili olabileceğini gösterdi. Almanya’daki sol ve ilerici güçlerin bu derslerden yararlanarak benzer bir birlikteliği oluşturabilmeleri, ülkenin demokratik geleceği açısından kritik öneme sahip olduğunu gösteriyor.
Prof. Dr. Kemal BOZAY / Köln IU Enternasyonal Yüksek Okulu