Bundan 24 yıl önce “Kıbrıs Barış Harekatı”nın 26’ncı yıl dönümünde KKTC o ana dek hiç olmadığı kadar gergindi. Beş gün sonra 25 Temmuz’da resmi rakamlara göre iki bin kişi sokaklara döküldü. Kıbrıs’ın kuzeyinde pek rastlanılmayacak şekilde sert polis müdahalesi yaşandı, otomobiller ters döndürüldü, kalabalık bir gösterici grubu tüm engelleri aşarak KKTC Cumhuriyet Meclisini bastı. Kürsü ele geçirildi; camlar, koltuklar kırıldı. Göstericiler büyük bir felakete dönüşen bankalar krizinde tüm birikimleri bir anda buharlaşan mudilerdi.
2000 yılında yapılan araştırmalardan kamuoyuna yansıyan bilgilere bakılırsa AB üyesi ülkeler, Güney Kıbrıs ve Türkiye aralarında olmak üzere 18 ülke ile yapılan bir mukayeseye göre KKTC, nüfusuna oranla en yüksek sayıda bankanın olduğu ülkeydi.
Batan bankalardan Kıbrıs Kredi Bankası Rauf Denktaş’ın dünürü, Serdar Denktaş’ın kayınpederi Salih Boyacı’ya aitti ve Boyacı dört yıl sonra kendisine ait şirketlere limitlerin üzerinde kredi kullandırmaktan suçlu bulunarak 4 yıllık cezasını çekmek üzere Lefkoşa Merkez Cezaevine konuldu. Batan bir diğer bankanın sahibi Elmas Güzelyurtlu’ydu. 1994’te el konulan Everestbank’ı o yıl devletten satın almış, 2000’de banka bir kez daha batıp 12 bin mudinin 42 milyon doları buharlaşınca yargılanmaktan kurtulmak için ailesiyle birlikte Güney Kıbrıs’a kaçmıştı.
KKTC’nin çoğunluğu off-shore2 statüsündeki bankalardan oluşan bankacılık sisteminin kuralsızlığı ve denetimsizliği, aslında Susurluk Kazası sonrası TBMM Susurluk Araştırma Komisyonunun raporlarında gayet net ortadaydı. Mehmet Ağar’ın makam şoförünün kardeşiyle, öldürülen MİT Görevlisi Tarık Ümit’in eşinin ortakları arasında olduğu “First Merchant Bank of Shore” gibi bankalar vardı. Banka 1993’te 3 milyon dolar sermayeyle faaliyetine başlamıştı.
‘90’lı yıllar KKTC’nin inanılmaz bir para girişine, son derece şaibeli ticari faaliyetlere, bankalara, döviz bürolarına, bahis ofislerine, kumarhanelere ve fuhuş sektörüne ait gece kulüplerine tanık olduğu zamanlardı. Susurluk Çetesi olarak uzun zaman gündemi meşgul edecek ilişkiler ağında ismi geçenlerden, Abdullah Çatlı’ya, Haluk Kırcı’ya, Korkut Eken’e; yeraltı dünyasının en tanınmış simalarına kadar herkes bir şekilde KKTC’ye sürekli gidip geliyor, tam olarak çözülemeyen faaliyetlerde bulunuyordu. 14 Mayıs 1996’da Kıbrıs’ın kuzeyinde dönen bu dikkat çekici ilişkiler ağını yazılarında konu edinen Gazeteci Kutlu Adalı evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Ancak failler hiçbir zaman bulunamadı. 2021 yılında gündemin ana maddesi haline gelen Sedat Peker yayımladığı videolarda konuyu tekrar gündeme getirip suikast ile ilgili olarak Korkut Eken’i adres gösterse de birkaç haftalık tartışmanın ardından konu yeniden rafa kaldırıldı.
2000 yılı aynı zamanda KKTC’de toplumsal hoşnutsuzluğun arttığı bir dönemdi. 16 Nisan 2000 günü yapılan KKTC Cumhurbaşkanlığı seçiminde sonuç ilginçti. Türkiye’nin hem resmi ağızlardan hem de medyasından tam desteğe sahip Rauf Denktaş ilk turda yüzde 50’liyi geçememiş ve rakibi Derviş Eroğlu ile ikinci tura kalmıştı. Ancak ikinci tur yapılmadı. Çünkü Eroğlu’nun evinin bulunduğu sokaktaki bir çöp tenekesinde bir ses bombası patlamış, ardından Eroğlu “Peşimde 20 tane MİT ajanı dolaşıyor” açıklamasında bulunarak seçimden çekildiğini açıklamıştı. Ve ilginçtir o dönemde Türkiye’de kimse bu “garipliği” sorgulamamıştı.
2005’te Güney Kıbrıs’ta yaşayan Elmas Güzelyurtlu eşi ve kızıyla birlikte öldürüldü. Suikastı düzenlediği iddiasıyla gözaltına alınan kişilerin arasında 8 Şubat 2022’de yine silahlı saldırı sonucu hayatını kaybedecek olan Halil Falyalı’nın kardeşi Ali Falyalı da vardı. Zanlılar Kuzey’de yakalandılar. Cinayetler Güney’de işlenmişti. KKTC makamları zanlıların kendi vatandaşları olduğunu söyleyerek Güney yönetiminden suikast ile ilgili bilgileri istediler. Güney Kıbrıs makamlarıysa suçun kendi topraklarında işlendiğini belirterek zanlıların kendilerine teslim edilmesini talep ettiler. Adanın iki kesimi arasındaki bu inatlaşma, delil yetersizliği nedeniyle davanın düşmesiyle sonuçlandı.
Aslında bu yılların politik çekişmesinin tezahürü gibi görünen restleşme; birçok başka şeyin de aynasıydı. Uluslararası denetimden azade yapısıyla Türkiye’nin içindeki resmi ya da gayriresmi bağlantılara sahip her tür suç yapılanmasının at koşturduğu bir alan olarak görülen KKTC’nin yanı başında uluslararası sisteme dahil olmasına karşın, Güney Kıbrıs da hiçbir zaman dinmeyen kara para trafiği suçlamalarının ve tartışmalarının merkezi konumundaydı. Özellikle Rus oligarklar için Kıbrıs Cumhuriyeti uzun yıllardan bu yana çok kullanışlı bir alan olagelmişti. Güney’de faaliyet gösteren sayısız off-shore bankanın 200’den fazlası Rus sermayedarlara aitti. Ancak Ukrayna savaşı bu dengeyi son yıllarda bozuverdi. Bunda Türkiye hükümetinin Rusya’ya uygulanacak ekonomik yaptırımlarda çekimser kaldığını açıklamasının payı oldu.
Son birkaç yıldır Avrupa basını Kuzey Kıbrıs’a yerleşen Rus nüfusun varlığına dikkat çekiyor. Tam rakam bilinmese de şu an Kuzey’e yerleşen Rusların sayısının 30 bini geçtiğini tahmin edenler var. Bir de emlak piyasasındaki inanılmaz yükseliş uluslararası medyanın radarına girmiş durumda. Mağusa’nın İskele bölgesi başta olmak üzere birbiri ardına yükselen dev rezidansların, birkaç ay içinde 20’den fazla el değiştiren lüks otomobillerin ve tabii bir de sayısı belirsiz bahis ofislerinin yanına eklenen sanal bahis sitelerinin tamamen kara para aklamaya yaradığı; uluslararası raporlarda birbiri ardına kaleme alınıyor. KKTC devletinin bu alandaki yetersiz denetimi de Türkiye’nin kara para konusunda “gri alan” tabir edilen sınıflandırmaya dahil edilmesine yol açıyor. Raporlarda Güney Kıbrıs da sürekli adı geçirilen bir ülke. Herkesin çok rahatça ifade ettiği bir gerçeğe bakılırsa sadece yasa dışı mafya yapılanmaları değil, legal düzeyde bu kara para trafiğine hizmet veren Türk ve Rum avukatlar da ortak çalışıyorlar. Kıbrıs Sorunu ve çözümsüzlükse diğer yanda bıkkınlık verici politik bir tartışma olarak varlığını sürdürüyor.
*Türkçede “Kara para aklama” olarak kullanılan deyimin İngilizcedeki karşılığı, laundering yani çamaşır yıkama. Yaygın bir hikayeye göre terimin kaynağı 1920’lerde Şikago mafyasının para aklamak için bir çamaşırhane zinciri kurmayı akıl etmesiyle ortaya çıkmış. Doğu Akdeniz’de adı “sorun” sözcüğüyle anılagelen Kıbrıs adası bugün uluslararası raporlara göre her iki kesimiyle birlikte bir kara cenneti.
1-Kişinin kendi ülkesi dışında genellikle de vergi oranlarının düşük olduğu ülkelere para taşıması, yatırım yapması vb.