Kıbrıs iktibasUlaş BarışBir türlü gelmeyen iyi haberleri beklerken… - Ulaş Barış

Bir türlü gelmeyen iyi haberleri beklerken… – Ulaş Barış

Orjinal yazının kaynağıkibrispostasi.com
diğer yazılar:

Rum lider Nikos Hristodulidis, son 72 saat içinde 2 kez “yıl sonundan önce Kıbrıs sorunu konusunda iyi haberler gelecek” dedi.

İlk konuşmasını Cumartesi günü katıldığı bir etkinlikte yapan Hristodulidis, dün de 15 Temmuz faşist Yunan darbesini anma etkinliğinde aynı ifadeleri tekrar etti.

Dil sürçmesi filan yok, adam dediğinde ısrarlı. Yıl sonundan önce iyi haberler gelecek!

Ha bu gelecek olan haberlerin ne olacağı ya da ne olamayacağı konusunda herhangi bir bilgimiz yok, o ayrı ama o haber buraya gelecek işte!

Bazen çok umutsuzluğa kapılıyorum. Bu umutsuz hallerim beni mutsuz ve sinirli bir adam haline getiriyor. Sonra fark ettim ki bu umutsuzluk hallerim en çok umutlu bir haber duyduğumda depreşiyor.

Zira en az 1 milyon kere umut edip, o umudun girdabı içinde acı çeke çeke ölmüşlüğüm vardır.

Kah Monte Pelerin’de bir tren istasyonunda, kah Crans Montana’da çevremdeki herkesten kazık yedikten sonra kendimi atmak için aradığım bir uçurumun kenarında yaşanan ölmüşlüklerdir bunlar…

Haliyle insan ölmeye de alışıyor.

Ona alışınca ölüm de anlamsız hale geliyor, bayağılaşıyor.

“Nereden çıktı bu ölüm muhabbeti” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Aslında burada kullandığım ölüm, metaforik bir ölüm, umudun ölümü.

Umut nihayetinde soyut bir şeydir, ölümü de soyut olur. Yani bir cenaze töreniyle defnedilecek bir ölüm değildir bu.

Ancak bizim meşhur meselede bir ölüm yaşanacaksa, onun İngiliz’in de dediği gibi “such an end” bir şekilde olmasını diliyorum.

Tamam tamam, lafı gevelemekten vazgeçip, saadete geleyim.

Kıbrıs sorunu çözümsüz mü kalıyor acaba?

Bence gelinen nokta tam olarak orası değilse bile yakınlarıdır.

Buna da emare olarak iki şeyi gösterebilirim: Birincisi, kişisel temsilci Maria Holguin’in yazdığı son mektup, ikincisi de Guterres’in geçen gün yaptığı dramatik açıklama.

Holguin’in mektubunu okumuşsunuzdur diye tahmin ediyorum. Tam bir ‘son mektup’ niteliğinde olan metinde Holguin önemli tespitlerde bulunuyor. Mesela “çok uzun süre karşılıklı suçlamalar ile uzun yıllar harcandı” tespiti.

Ne kadar da doğru bir tespit.

İki tarafın müesses nizamın dibine kadar kullandığı bu suçlama oyunu ve dezenformasyon düzeneği, belki Holguin farkında değildir ama hala daha ful şekilde çalışmaktadır.

Yani burada kaybedilen zaman geçmişte kalıp biten cinsten değildir. Dedemizin, babamızın ve bizim hayatımızın çalınmasına yol açan bu zaman kaybı faaliyetleri, bugün de çocuklarımızın hayatları kaybedilsin diye sürmektedir. Böyle giderse de doğmamış çocuklarımızın bile zamanı çoktan ipotek altındandır.

Korkunç bir normalleştirmeyle birlikte artık hayatımızın bir parçası haline gelen ve bizi kötünün iyisine tamah ettirmeye çalışan bu sistem kuşku yok ki Kıbrıslı Türklerin yok oluşunda birer mihenk taşı olarak duracaktır.

Sorunun esası olan içinde yaşadığımız bu garabet düzeni, sözde kişisel çıkar ve konformizmle yoğurarak bu hale getirenler de bellidir.

Bu düzeni işbirlikçi bir felsefeyle idame ettirenlerle bunlara anti-tez diye üretilen ama yasa dışı ayrılıkçı yapıyı normal bir düzenmiş gibi göstermeye çalışanlar, yaşanan bu çöküşün en büyük sorumlularıdır. Ama bütün olanların en baş sorumlusu buradaki düzenin kurucusu, kollayıcısı ve sahibi Türkiye’dir. Parmağımızın arkasına saklanacak bir durum yoktur.

Bence çoktan belli olduğu şekliyle Türkiye, adanın kuzeyindeki yapının bağımsız olmasına asla izin vermeyecektir.

Buna en başta KKTC’nin tanıtılmasını koymak isterim. Yani kusura bakmayın ama doğru dürüst içecek suyu bile olmayan Afrika kabileleri dahi kendi devletlerini kurup, bunu dünyaya kabul ettirebilirken, hemen hemen tümü de okumuş çocuklardan oluşan KKTC, bunu neden yapamamıştır?

Hadi onu geçtim, o konuda Rum-Yunan ikilisi baskın çıktı diyelim, KKTC’nin kuruluşunun üzerinden geçen 41 yılda nasıl olur da kendi ayakları üzerinde duran bir düzen yaratılamaz?

1986’dan beri imzalanan ekonomik kalkınma protokollerinin hepsi mi başarısız olmuştur? Bu kadar boş iş nasıl yapılabilir? Ben olsam utancımdan ölürdüm. Japonya’da olsak bir sürü siyasetçimiz harakiri yapardı ama bizde her şey normal şekilde seyrediyor! Kurumsallaştırılıp, normalleştirilen bir kötülük!

Ama ben konuyu dağıtmadan yukarda bahsettiğim meselenin ikinci hususuna, yani Guterres’in dramatik açıklamasına bakmak isterim.

Öyle ki Guterres’in geçtiğimiz hafta Holguin’den aldığı raporu incelemeye devam ettiğini biliyoruz. Bu minvalde yaptığı açıklamada, “Kıbrıs’ta çözüm müzakerelerinin yeniden başlatılması için mümkün olan tüm şansları tüketeceğim” demiştir.

Şimdi Sayın Genel Sekreter, kusura bakmasın ama, şans diye tanımladığı şey Kıbrıslı Türklerin asla iradesini temsil etmeyen Ersin Tatar’ı, Eylül ayında New York’a çağırmaksa hiç uğraşmasın.

Onu masaya ikna etmek için diplomasi yapacaksa, hiç uğraşmasın.

Çünkü Tatar’ın bu konuda ne karar yetkisi ne de herhangi olumlu bir tasarrufu vardır. Kaldı ki kendisini eleştirenlere “Bana ne söversiniz, ben bu siyasetleri Türkiye ile birlikte planlar ve yürütürüm” demekteyken, Guterres’in de Tatar yerine Türkiye’yi muhatap alması gerekmektedir.

Bu son yazdığımı hicap duyarak yazıyorum zira 2015-2020 arasında onun oturduğu koltukta oturan adamın nasıl da güçlü bir aktör olabildiğine şahidim. Yani o adamla bu adamın farkı, Türkiye’nin olayı farklı şekilde ele almasıdır.

Dolayısıyla Guterres elindeki tüm imkanları kullanacaksa, ki bu ifadesi işin bir yerde sonunda olduğumuza delalettir, bu kartlarını Türkiye üzerinden oynaması gerekmektedir.

Yani kısacası, hem Guterres’in hem de Holguin’in ifadelerinden anladığımız şey, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğe mahkum edilmek üzere olduğudur.

Guterres daha göreve geldiğinin daha birinci haftası Cenevre konferansı toplanmıştı. Tarihler 9 Ocak 2017’yi gösteriyordu.

Şimdi Guterres, 2027 yılına kadar BM Genel Sekreteri olarak görev yapacak.

Her şeyi yan yana dizince, Genel Sekreter, ilk göz ağrısı olan Kıbrıs sorununu çözmek için illa ki bir adım daha atacaktır diye düşünmeden edemiyorum.

Fakat aynı Genel Sekreterin bu işten çok bıktığını, zaman zaman sinirlendiğini ve eğer son atılımı da başarısız olursa, Kıbrıs sorununu çözümsüz ilan edip, adadaki BM gücünü de çekmeyi düşündüğünü en üst düzey bir BM yetkilisinden bizzat duymuşluğum var.

Bu makaleyi yazmamın sebebi bir yandan da duyduğum bu korkudur.

Ha yani, evet, giriş cümlemde Rum liderin beklediği “hayırlı habere” atıf yapmıştım biliyorum. Bu da makalenin pozitif, sevgi pıtırcığı bir makale olabileceğini düşündürtmüştür diye değerlendiriyorum.

O yüzden gene ona atıfla bitireyim ki belki bu haber işi çoğalır da karma işimizi yapar, hayallerimiz gerçek olur.

Nihayetinde hayatımız o “hayırlı” ama bir türlü gelmeyen haberi beklemekle geçti.

Napalım, bir 6 ay da bekleriz.

Ne de olsa bizde zaman çok!

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
330AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin