Doğu ve Batı arasındaki çelişki Ukrayna’dan sonra Gazze’de iyice billurlaşıyor. Bu durum “değerlere dayalı dünya” anlatısını yerle bir ediyor.
Bir tarafta Pekin kolektif Batı’nın İsrail eliyle tepelerine çöktüğü Filistinli örgütleri ulusal birlik için bir araya getiriyor. Diğer tarafta Amerikan Kongresi işgal altındaki Filistin topraklarında Hitler’den rol çalan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’ya soykırım PR’ı yapma fırsatı sunuyor.
Kongre’nin iki kanadına birden seslenme ayrıcalığı herkese nasip olmuyor. Netanyahu bu daveti dördüncü kez alan tek lider. Winston Churchill’in rekorunu da kırdı. Netanyahu dün Kongre’de coşkuyla karşılandı. Kürsüde yalan ve manipülasyonlarla dolu konuşması sıklıkla ayakta ve tezahüratlar eşliğinde alkışlandı. Bu tablo, ABD’nin soykırımdaki suç ortaklığının altını bir tez daha çiziyor. 39 bin ceset, 90 bin yaralı ve sakat, yerle bir edilmiş 140 bina, kavrulmuş ve zehirlenmiş toprak, o kamptan bu kampa sürülen ve açlığa mahkûm edilen insanlar… Bu dehşet görüntünün önünde soykırımı sürdürme kararlılığını sergileyen bir savaş suçlusu taltif edildi. Bu korkunç maskaralık İsrail-Amerikan ortaklığının teyidi adına yapıldı.
Netanyahu seçim sathı mailinde Demokratlar ve Cumhuriyetçileri İsrail’e bağlılıkta yarıştırıyor. Ve kendi siyasi bekasını bu şekilde garanti altına alıyor. Ayrıca Gazze’deki operasyonların gidişatı, ateşkes koşulları ve bölgenin geleceği, Mısır ile Gazze arasındaki Selahaddin Koridoru’nun kontrolü, Lübnan cephesinin genişletilmesi ve direniş eksenine karşı Irak, Suriye ve Yemen’de kapsamlı operasyonlar düzenlenmesi gibi konularda kendi oyun planının önünü açıyor.
Aralarında eski Mossad şefi Tamir Pardo, eski Genelkurmay Başkanı Dan Halutz, eski Savunma Bakanı Moşe Yaalon, eski Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Uzi Arad’ın da bulunduğu İsrailli üst düzey isimler, Kongre liderlerine mektup yazıp “Netanyahu, İsrail için varoluşsal bir tehdittir” uyarısında bulundu. Bu girişim ne davetin geri çekilmesini sağladı ne de Bibi’nin ihtiyaç duyduğu ambiyansı bozabildi.
Başkan Joe Biden durumdan memnun değil. Bir avuç Demokrat vekil ve senatör de Netanyahu’nun Amerikan desteğini istismar ettiğini, savaş suçlusu olduğunu, ilişkileri sabote ettiğini ve İsrail için tehdit haline geldiğini düşürüyor. Bunlar Kongre’deki oturumu boykot etti. Aralarında Yahudi olanlar da var. Filistin asıllı vekil Rashida Tlaib ise oturuma katılıp “Savaş suçlusu” yazılı dövizle tepkisini gösterdi.
Netanyahu’yu Kongre’ye davet eden Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson ise bu jesti Biden yönetimini hedef alarak yaptı. Kongre’deki her konuşmasında İran’ı İsrail, ABD ve Araplara tehdit olarak sunan Netanyahu’yu el üstünde tutanlar, Biden’ın İsrail’e desteğini yeterli görmüyor. Bu tayfa bazı ağır silahların İsrail’e gönderilmesinde yaşanan gecikmenin, sivil kayıplar konusunda yapılan uyarıların ve ateşkes baskısının İsrail’in başladığı işi bitirmesini zorlaştırdığını ve geciktirdiğini düşünüyor.
Burada kafa karışıklığına mahal yok: Biden, Netanyahu ile yaşadığı anlaşmazlıklara rağmen soykırımın bir numaralı suç ortağı. Evet İsrail Başbakanı’nı 4 yıl boyunca Beyaz Saray’a davet etmedi. Ama istediği her şeyi eninde sonunda verdi. Netanyahu, Hıristiyan Siyonistlerin oldubittisiyle Kongre’den sonra bugün Beyaz Saray’a gidiyor.
Kuşkusuz Netanyahu, Amerikan siyasetinde gelmiş geçmiş en tartışmalı İsrail lideri. Biden’la yıldızı barışık değildi ama 2020 seçimlerinde ortalık toz dumanken fırsatçılık yapıp hemen tebrik etti. Bu hareketiyle Abraham Anlaşmaları’nın sponsoru Donald Trump’ı gücendirdi. Seçim sonuçlarını tanımayan Trump “Biden’ı ilk tebrik eden kişi Bibi oldu; kendisi için herkesten daha fazla şey yaptığım kişi. Sessiz kalabilirdi. Korkunç bir hata yaptı” demişti. 2021’de bir röportajında Netanyahu’ya galiz bir küfür savurdu.
Yine de Netanyahu dört gözle Cumhuriyetçilerin zaferini bekliyor. Trump’tan da randevu kopardı. Görüşme yarın Florida’daki Mar-a-Lago’da olacak.
Liderler arası uyumsuzluklar üzerinde çok laf dönüyor ama bu durum ABD’nin İsrail’e ‘sonsuz’ desteğini etkilemiyor.
***
Netanyahu, Kongre kürsüsünden Biden’a nanik yaptı yapmasına da Biden’ın pazar günü adaylıktan çekilmesi hesaplarını biraz bozdu. Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in Demokratların başkan adayı olarak öne çıkması Netanyahu açısından kötü oldu. Harris yönetimde İsrail için kötü polisi temsil ediyordu. Biden’ın yapamadığı eleştiriler Harris’in ağzından dökülüyordu. Harris’in bu tutumu sayesinde Demokrat Parti’den uzaklaşan ilerici kesimlerin döndürebileceği düşünülüyor. Teamül gereği yabancı konuk liderler Kongre’de ağırlanırken Temsilciler Meclisi Başkanı’nın yanında yer alması gereken Harris de Netanyahu’yu “Programım uygun değil” diyerek boykot etti. Bu İsrail lobisini epey kızdırmışa benziyor.
Elbette onun da İsrail’e sadakatinden şüphe yok. Sadece insani yardımlar, sivil kayıplar ve ateşkesle ilgili Netanyahu’nun duymak istemediği uyarılarda bulunuyordu. O kadar. Kendini Siyonist olarak tanımlayan Biden gibi İsrail’le gönül bağı yok. Gönül bağı Yahudi olan eşi Doug Emhoff’e! Trump’ı yenmeyi vadeden Harris’in insancıl farklılığı bu gidişatta bir parantez açmaya yetmez.
***
Garp cephesinde durum böyle. Biraz da şarka bakalım. Amerikan yönetimi, Çin’e karşı koyma stratejisini NATO’nun öncelikleri arasına koymayı başarırken Pekin de yavaş yavaş Orta Doğu’daki Amerikan düzenine çomak sokuyor. 2023’te Amerikan çıkarlarına hizmet eden İran-Suudi husumetine son veren uzlaşma, Çin’den gelen en önemli atıştı. Çin’den Filistin konusunda da bir çalım geldi. Geçen nisanda El Fetih ile Hamas heyetleri Pekin’de ağırlanmıştı. Bu kez 21-22 Temmuz’da Filistinli 14 örgüt Çin’in arabuluculuğunda bir araya gelip Pekin Deklarasyonu’na imza attı.
İsrail’in nevrini döndürecek bir adım. Dışişleri Bakanı Yisrael Katz ağzına geleni saydı. “Hamas ve El Fetih, Çin’de Gazze’nin ortak kontrolü için bir anlaşma imzaladı. Mahmud Abbas terörü reddetmek yerine Hamas’ın katillerine ve tecavüzcülerine kucak açarak gerçek yüzünü ortaya koyuyor. Gerçekte bu gerçekleşmeyecek çünkü Hamas yönetimi ezilecek ve Abbas Gazze’yi uzaktan izleyecek. İsrail’in güvenliği yalnızca İsrail’in elinde kalacaktır” dedi.
Oslo Anlaşması ile İsrail çıkarlarına bekçi yapılan El Fetih’in Filistinli örgütlerle buluşması İsrail’in işine gelmiyor. El Fetih lideri Abbas siyaseten ömrünü tamamladı. Bundan sonra yapabileceği en büyük iyilik Filistin’de ulusal uzlaşı hükümeti ve seçimlerin önünü açmak olur. Abbas, Filistin dosyasına dahli olan Arap ülkelerine de derinden angaje. Onlar da İsrail-Amerikan ekseninin çıkarlarına boyun eğiyor. Olası demokratik bir süreçte Abbas’ın liderlik şansı sıfır. El Fetih saflarında potansiyel liderler de hapiste.
Pekin Diyaloğu önemli ama sorunları çözmek için sihirli bir formül de değil. Çin’in Filistin meselesine el atması ABD’yi köşeye sıkıştırabilir. Rusya’yı da biraz daha duyarlı hale getirebilir. Rusya, Sovyetler döneminde Filistin için yaptığının çok azıyla yetiniyor. Moskova kapısı Filistinli örgütlere açık. Diyalog çabaları olmadığı için değil ama Rusya’nın ağırlığını yeterince kullandığı söylenemez. Türkiye de geçen yıllarda bazı girişimlerde bulundu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Hamas’tan yana duruşu diğer Filistinli örgütler nezdinde Türkiye’nin arabuluculuk rolünü zayıflatıyor. Pek çok grup Türkiye yerine Mısır ve Cezayir gibi ülkeleri tercih ediyor.
Düne kadar Çin’in bu tür bir inisiyatif geliştireceği kimsenin aklına gelmezdi. Çin, Orta Doğu’daki çatışmalara hep mesafeliydi. Ticari ilişkileri öne çıkarıp riskli alanlardan kaçıyordu. BM Güvenlik Konseyi üyesi olarak sadece kullandığı oyunun rengiyle uluslararası siyasete etki etmeye çalışması Çin’in artan küresel ağırlığına aykırı bir durumdu.
Peki Pekin Deklarasyonu’nda ne var?
14 örgüt üç temel ilkeye bağlılığı teyit etti:
– Filistin Kurtuluş Örgütü çatısı altındaki tüm Filistin grupları içeren kapsamlı bir ulusal birliğin sağlanması.
– BM kararlarına uygun olarak başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması.
– Mültecilerin geri dönüş hakkının garanti altına alınması.
Ayrıca geçici bir ulusal uzlaşı hükümetinin kurulması, bu hükümetin Batı Şeria, Kudüs ve Gazze Şeridi’nin birliğini teyit edecek şekilde tüm Filistin toprakları üzerinde yetkilerini kullanması, Filistin kurumlarının birleştirilmesi, Gazze Şeridi’nin yeniden inşa çabalarına başlanması ve en kısa sürede genel seçimlerin yapılması gibi hedefler sıralandı.
14 örgüt işgalci devlet ve yerleşimci çetelerin yürüttüğü soykırımı durdurma, Filistin topraklarının bütünlüğünü koruma, Filistinlileri sürme girişimlerine direnme ve işgali sona erdirme konusunda mutabık kaldı. Direnme, işgale son verme ve kendi kaderini tayin için mevcut tüm araçlarla mücadele hakkının olduğu vurgulandı.
Bildiride 4 Mayıs 2011’de Kahire’de imzalanan Ulusal Mutabakat Anlaşması ve 12 Ekim 2022’de imzalanan Cezayir Deklarasyonu’na atıf yapıldı. Mısır, Cezayir, Çin ve Rusya’nın yardımıyla bölünmeyi sona erdirecek anlaşmaların uygulanması kararlaştırıldı. Burada Filistinli grupları İstanbul’da buluşturmuş olan Türkiye’nin adı geçmedi.
Peki Pekin’in Gazze konusundaki yaklaşımı nedir? Çin 3 aşamalı bir yol haritası öneriyor. İlk adım, Gazze Şeridi’nde kapsamlı, kalıcı ve sürdürülebilir bir ateşkesin sağlanması ve insani yardımın engelsiz ulaştırılması. İkinci adım, Filistinlilerin Filistin’i yönetmesi ilkesine bağlı kalınarak Gazze’de savaş sonrası yönetimin güçlendirilmesi. Üçüncü adım, Filistin’in BM’ye tam üye olması ve iki devletli çözümün teşvik edilmesi.
Çinliler de bağımsız bir Filistin devleti için ulusal birliği şart görüyor.
Sorunlar ve uzlaşmazlık noktaları bir bildiri ile çözülecek türden değil. Kahire ve Cezayir bildirileri de rafta kaldı. İlerleme Filistinlilerin kendi ellerinde. Hariçten zorlamayla bir yere varılamaz. İsrail geçmişte FKÖ ile yakalanan birliği yok etmek için bütün kartlarını kullandı ve başarılı oldu. FKÖ 1967 sınırlarında İsrail’in varlığını kabul etmişti. Bu sayede BM zemininde meşruiyet kazanmıştı. Ama Oslo’dan sonra İsrail’in varlığını kabul etmeyen örgütlerin ağırlığı arttı. Birliğin hangi temelde formüle edileceği büyük bir açmaz.
İsrail ve finansörleri yeni bir FKÖ oluşumuna izin vermemek için her tür şirretliği ve kirli müdahaleyi yapıyor.
İsrail’in Gazze’deki hedefi Filistinlilere tutunacak bir dal, sığınacak bir çatı bırakmamak. Sürgünü hayatta kalmak için tek çıkış yolu haline getirmek. Haliyle Gazze’nin Filistinliler eliyle yönetilmesi İsrail için bir seçenek değil. O yüzden Filistinli grupların bir araya gelmesi Tel Aviv’i ifrit etmeye yetiyor. Kongre’de Gazze’nin yarınına dair bir şeyler söyleme gereği duyan Netanyahu da sonuna kadar gitmekten, bölgeyi silahlar ve radikalizmden arındırmaktan, askeri olarak bir süre daha kontrol etmekten ve sivil idareyi İsrail’i tehdit etmeyen Filistinlilere bırakmaktan söz etti.
***
Amerikan siyaseti yeri geldiğinde kendisine, İsrail’e ‘dur’ deme imkânı veren ikiliği ya da üstün konumunu yitiriyor. Yani ABD kendi nüanslarını kaybetti ve tek yönlü yola saptı. Tel Aviv, Washington’da kırmızı çizgi olarak ne varsa hepsini Trump döneminde aştı. Kudüs’ün İsrail’in bölünmez başkenti ilan edilmesi, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri’ndeki ilhakın tanınması, Tel Aviv’in terör örgütü ilan etmek için uğraştığı UNRWA’nın fonlarının kesilmesi Trump’ın aldığı kararlar arasındaydı. Trump’ın Abraham Anlaşmaları ile Filistin davasını gömme çabası halefiyle de kesintiye uğramadı. Biden, Abbas’ın beklediği barış inisiyatifini başlatmadı. Oslo’nun sponsoru Oslo’yu öldürdü. Biden 7 Ekim’den sonra da seçim hesaplarıyla Netanyahu’nun kendisine oyun oynamasına izin verdi. Bu dönüşüm Çin’e Orta Doğu’da manevra alanı açıyor. Fakat barış yapıcı bir rol için gereken araç ve kapasite henüz orada da yok.