Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suriye lideri Beşşar el Esad’la kucaklaşma sevdası birdenbire depreşti. Esad’a “katil” ve “kasap” demekle kalmayıp muhalif güçleri silahlandırarak onu devirmeye kalkıştan sonra neden böylesi bir aşk?
Evet, Suriye ile Türkiye arasındaki normalleşme arayışı aniden ortaya çıkmadı; bu konuda devletin farklı kademelerindeki karar uzun zaman önce oluştu. Pek çok hesap hatası ve istenmeyen sonuçlara bağlı olarak Suriye siyaseti 2016’dan bu yana peyder pey değişti.
Bu değişimin son aşaması Rusya’nın arabuluculuğuyla başlayan ve sonradan İran’ın da eklendiği dörtlü görüşmelerdi. 2023’te cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde normalleşme treni istasyondan kalkacak noktaya varmıştı ki tarafların ana parametrelerde anlaşmaktan çok uzak olduğu gerçeği masayı dağıttı.
Tarihten tevarüs eden bir psikolojiyle eski Osmanlı coğrafyasında askeri olarak var olmayı kendinde hak olarak gören Erdoğan, Türkiye’nin Suriye’de işgalci olduğuna dair temel bir gerçekliği normalleştirerek de Esad’la kucaklaşabileceğini düşünüyor. Esad ise Türk askerinin çekilmesi ve silahlı gruplara desteğin sonlandırılması şartlarını öne sürüyor.
ABD’nin Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) palazlandığı süreçte Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) ümidi kesip Ekim 2014’ten itibaren Kürtlerle iş tutması ve Eylül 2015’te Rusya’nın savaşa dahil olması Türkiye’nin önceliklerini değiştirdi.
2015’te Rus uçağının düşürülmesi ve 2016’da Ankara Büyükelçisi’nin öldürülmesi Rusya’nın yatıştırılmasını gerektirirken 20 Aralık 2016’da Astana süreci doğdu.
Artık öncelik ‘terör koridoru’ diye kodlanan ‘Apocu’ Kürtlerin liderliğindeki fiili özerk yapının ortadan kaldırılması ve muhalefetin suhuletle Suriye yönetimine entegre edilmesiydi. ÖSO ve devamında kurulan Suriye Milli Ordusu’nun enerjisi özerk yönetime karşı savaşa kanalize edildi.
ERDOĞAN’A BOYUN EĞDİREN FAKTÖRLER
Gözden geçirilmiş politika da sonuç vermeyince bu sefer belirlenen hedeflere ancak Esad’la el sıkışarak ulaşılacağına dair yeni bir değerlendirme yapıldı. Erdoğan’ı bu kıvama getiren bir dizi faktörden söz edilebilir:
- Cenevre ve Astana süreçlerinden sonuç çıkmayacağı anlaşıldı.
- Türkiye’de 3 milyonu aşan Suriyeli mültecilerle ilgili baskılar arttı. 30 Haziran’da Kayseri’de sığınmacılara yönelik linç girişimi Suriye’de de yankılandı. 1 Temmuz’da Afrin, İdlib, Azez, Cerablus, El Rai ve Marea gibi yerlerde TIR’lar, askeri üsler, valilik binası, PTT gibi hizmet kurumları ve Türk bayrakları hedef alındı.
- Kürtlerin özerk yönetim inşa ettiği alanlara yönelik askeri hamleler Afrin, Tel Ebyad ve Ras’ul Ayn’la sınırlı kaldı. Sınırın bir ucundan diğerine 30 km derinliğinde ‘güvenli bölge’ oluşturma planı 2019’dan bu yana Amerikan-Rus kırmızı ışığını aşamadı. Erdoğan’ın Irak ve Suriye’de tamponu tamamlamak üzere 2024 yazına doğru vaat ettiği büyük operasyon için şartlar olgunlaşmadı.
- Uluslararası alanda Suriye meselesine ilgi azaldı. Erdoğan’ın sığınmacılar için uluslararası fonlarla şehirler kurma hayalleri karşılık bulmadı.
- Erdoğan, NATO’da Rusya’ya karşı verdiği tavizlerin karşılığını Suriye’de alamadı.
- İsrail’in Lübnan’a savaş açması halinde yangının Suriye’yi içine alacağı öngörüsü Ankara’yı riskleri gözden geçirmeye itti. Fiilen üç farklı kontrol alanına bölünmüş olan Suriye, çatışmaların bölgeselleşmesi halinde kalıcı olarak parçalanabilir. Harekete geçen fay hatlarını Türkiye-Suriye sınırında durdurmak da mümkün olmayabilir.
- Suriye’deki gibi kaos, Kürt kalkışması ve bölünme senaryosunun Türkiye’ye de uygulanacağına dair komplo teorileri sadece muhalif saflarda değil hükümet çevrelerinde de yok satıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Lübnan ve Ukrayna’ya atfen dünya savaşı çıkabileceği uyarısında bulunurken Erdoğan da Lübnan Başbakanı Necip Mikati’yi arayıp, “Lübnan’ın yanındayız” demişti. Suriye ile normalleşme gündemine tekrar dönülmesi ile bölgesel gerilim arasında bir paralellik var.
- Beri taraftan ABD’de Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesi halinde Suriye politikasının değişebileceği ve buna şimdiden hazırlıklı olmak gerektiği düşünülüyor. Trump, 2019’da Erdoğan’la telefon görüşmesinin ardından “Suriye senindir” diyerek çekilme kararı vermişti. Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı, Amerikan Kongresi’nde tepkiler çekince bu sefer İran’ın kollarını kesme, Deyr el Zor’da petrol ve doğalgazı gasp etme, İsrail’i koruma ve İŞİD’le savaşı sürdürme adı altında Amerikan güçlerini bölgede tutmaya karar vermişti.
Bütün bunlar Erdoğan’ın kulağına “Büyük fırtınaya yakalanmadan ve fatura daha fazla kabarmadan Suriye dosyasını güvenceye al” diye fısıldıyor.
MOSKOVA YÜRÜMEDİ, BAĞDAT OLSUN!
Moskova’da Rusya, İran, Türkiye ve Suriye temsilcilerinin yer aldığı dörtlü formatta Ankara’nın yakındığı şey Rus lider Vladimir Putin’in Esad’ı yumuşatacak baskı kurmaması, Tahran’ın da Şam’a arka çıkmasıydı. Halbuki öncesinde Ankara’da, Esad’ın Rusya ve İran’dan bağımsız karar alamayacak durumda olduğu yönünde bir kanaat hakimdi. Bu arada Erdoğan, ilişkileri normalleştirdiği Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BEA) liderlerinin de Şam’ı etkileyebileceğini umdu. Bu üç ülkenin normalleşmeye destek vermesi önemsiz değil fakat, Suriye’nin koşulları karşılanmadığı sürece yüksek Arap hatırının Şam’da kilidi açması yersiz bir beklenti. Rusya taraflara “Önkoşullarla masaya gelmeyin” diyordu.
Daha sonra Esad’ın önkoşullarını yumuşatacak bazı formüller üzerinde duruldu. En önemlisi Türkiye’nin bir takvim çerçevesinde Suriye’den aşama aşama çekilmesiydi. Fakat anladığımız kadarıyla Erdoğan kendini bağlayacak yazılı metin yerine sözlü taahhütle yetinmek istiyor. Son olarak Erdoğan’ın 13 yıl sonra Nisan 2024’te gerçekleştirdiği Bağdat ziyaretinin ardından Irak Başbakanı Muhammed Şiya el Sudani arabuluculuğa soyundu. Temmuzda Bağdat’ta bakanlar düzeyinde bir buluşma hedeflense de koşullar olgunlaşamadı. Erdoğan, uzun bir aradan sonra 3 Temmuz’da Astana’da buluştuğu Putin’in yeniden ağırlığını koymasını isterken İran’dan da yeni yönetimden kolaylaştırıcı bir rol bekliyor. Erdoğan bir şekilde Esad’la buluşabilirse önkoşulları kaldırıp Türkiye için yenilgi görüntüsü vermeden “Nerede kalmıştık” deme şansını arıyor.
ERDOĞAN NORMALLEŞMEDEN NE UMUYOR?
Çözüm bekleyen pek çok sorun Şam’la ilişkilerin kopukluğuyla ilişkilendiriliyor.
- Türkiye’de sığınmacılara karşı organize bir kötülük işliyor. Nefret söylemi ve ırkçı saldırılarla sığınmacılar için Türkiye’nin artık güvende olmadığı hissettiriliyor. Zafer Partisi başta olmak üzere muhalefetin önemli bir kısmı linç kültürünün yayılmasında sorumluluk taşıyor. Hükümet de pasif tutumuyla bu ortama dokunulmazlık katıyor. Erdoğan ekonomi kötüye giderken sığınmacılar üzerinden iktidar aleyhine güçlü bir kozun ele geçirildiğinin farkında. Hatta “Suriyeliler muhacir, biz ensarız” söylemi kendi tabanında da karşılık bulmuyor. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel’in Şam’da Esad’la görüşme planı da Erdoğan üzerindeki baskıyı arttırıyor. Suriye’yi iç siyaseti etkileyecek bir faktör olmaktan çıkarmaya odaklanan Erdoğan, normalleşme sağlanırsa sığınmacılara, “Artık evinize dönebilirsiniz” diyebilecek. Elbette normalleşme otomatik olarak böyle bir akışı sağlamayacak.
- Erdoğan, Şam’a bakarken bir taşla birkaç kuşun hesabını yapıyor. Suriye’de kentlerin yeniden inşa sürecini Şam’la birlikte başlatmak ve bu şekilde kazan-kazan denklemi kurmak istiyor. Yeniden inşa, Türk ekonomisini de ayağa kaldıracak bir kazanç kapısı olarak görülüyor. Halbuki Esad’ın yanındaki Suriyeliler vekalet savaşına verdiği destek yüzünden şehirlerin harap olmasından birinci dereceden Erdoğan’ı sorumlu tutuyor.
- Erdoğan’ın normalleşmeyle güttüğü bir diğer hedef ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin dağıtılması. Hem özerk yönetimi çökertecek askeri bir ortaklık hem de Kürtlere statü verilmesini önleyecek siyasi bir mutabakat. Şam ile Ankara, ABD’nin bölgeden çekilmesi gerektiği konusunda çakışıyor. Fakat özerk yönetimi askeri yollarla bitirmek ve Kürtleri düşmanlaştıran bir sayfa açmak Suriye yönetiminin bir tercihi değil. Esad, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Şam’da yaşadığı günlerden beri tanıdığı ‘Apocu’ Kürt hareketiyle işgalci Amerikan güçleri çekilir çekilmez anlaşabileceğini düşünüyor.
- Türkiye 1980’lerde olduğu gibi Müslüman Kardeşler ve diğer İslamcı güçlerle iştigalini bitirmeden, Esad’ın Kürtlerle ilgili Ankara’yı memnun edecek bir siyaseti benimsemesi olası gözükmüyor. PKK’ye karşı yeni bir ‘Adana Mutabakatı’ 1990’lardakinden çok daha çetrefilli koşullar nedeniyle o kadar kolay olmayabilir.
- Normalleşmede bir diğer hedef Türkiye destekli muhaliflerin yönetime ortak edilmesi. Yani BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına uygun olarak yeni anayasanın yazılması, seçimlerin özgürce düzenlenmesi ve bir geçiş yönetiminin tesis edilmesi. Ancak Cenevre ve Astana süreçleri umut vermezken Ankara ile Şam arasındaki olası bir yakınlaşmanın bu tür bir mucizeyi mümkün kılması Şam’daki havayla asla örtüşmüyor.
YENİ SAYFANIN ÖNÜNDEKİ KOMPLİKASYONLAR
Esad belki Türk askerinin çekilmesi ve muhaliflere desteğin bitirilmesi koşulları karşılandığında, Türkiye ile normalleşmenin getirilerine odaklanabilir. Fakat koşulların nasıl formüle edileceği belirsizliğini koruyor. Esad, Türk askerinin çekilmesi konusunda garantör ülkelerin gözetiminde kâğıda dökülmüş resmi taahhüt bekliyor. Bu olmadığı sürece normalleşme teklifini ağırdan alıyor. Bu arada Esad-Erdoğan kucaklaşmasına şiddetle karşı çıkan Suriye içindeki rejim unsurlarının direnci de göz ardı ediliyor. Kıbrıs, Irak ve Libya örneklerinde olduğu gibi Türkiye’nin girdiği yerlerden çıkmadığı kanaati, Halep kırsalındaki bölgeleri Türkleştirme çabaları ve Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) Kuvayi Milliye ilan edecek kadar silahlı muhalefetin içselleştirilmesi Şam’daki güvensizliği besliyor.
Ankara muhalif güçlerin yönetime katılması seçeneğini “Suriye’yi daha güçlü kılacaktır” mantığıyla pazarlıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan “İstikrara kavuşmuş, iktidarıyla, muhalefetiyle bütünleşmiş bir Suriye’nin, PKK terörüyle mücadelede daha etkin bir aktör olacağını düşünüyoruz” diyor.
Şam bu tür değerlendirmeleri “Terör örgütlerini sistemin kalbine transfer etme çabası” olarak görüyor. Suriye her renkte İslamcı ve cihatçı kümelenmeyi barındıran muhalif güçlere kapıyı açmamak için 13 yıldır direnirken kollektif bir müdahale ile lime lime edildi. Şam’ın çöküşün eşiğinde olduğu dönemlerde bile kabul etmediği bir seçeneğe Erdoğan’ı mutlu etmek için “Evet” demesi karşılıksız bir avuntu. Türkiye silahlı gruplara 2016’dan beri “Sizi terk etmeyeceğiz” diye güvenceler verse de Şam’ın normalleşmede beklediği yegâne adım muhaliflerin fişinin çekilmesi. Muhalifler de Şam’ın anladığından farklı bir şey anlamıyor. O yüzden tepkileri gayet şiddetli.
Silahlı gruplar için Türkiye’nin pozisyonunun değişmesi şu anlama geliyor: ‘Kurtarılmış bölgeler’ dedikleri alanlarda barınamayacaklar, Suriye’nin askeri operasyonları karşısında korunmayacaklar, silah ve para desteği alamayacaklar.
SİLAHLI ÖRGÜTLERE NE OLACAK?
SMO’yu oluşturan 40’ı aşkın silahlı gruba ve SMO dışı örgütlere ne olacağı sorusu pek çok senaryoya kapı aralıyor. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) bu gruplarla yaptığı görüşmelerde Türkiye’nin onları ortada bırakmayacağı güvencesi verdiği öne sürülüyor. Esad bu örgütleri artık Türkiye’nin kendi sorunu olarak görüyor. Normalleşme sürecinde bu gruplar dağıtılmayacaksa ya da bir şekilde Türkiye’ye taşınmayacaksa bu, Suriye’de kalıp savaşa devam edecekleri anlamına geliyor. Bunlara alternatif sunmadan “İşiniz bitti, gidebilirsiniz” demek ihanet sayılacağı için Türkiye’nin başına bela olabilirler. Hem Esad’la kucaklaşmak hem de milislere sahip çıkmak iki taraftan birinin aldatıldığına işaret ediyor.
MİT’in SMO bileşenlerine himaye sözü vermesi, bir alternatif olarak bunların ‘vekil güç’ gibi dış operasyonlarda kullanılma ihtimalini de akla getiriyor. Libya, Azerbaycan ve son olarak Nijer’e taşınan milisler bu seçeneğin masada olabileceğine işaret ediyor.
Fakat Türkiye koruma çemberini kaldırdığı takdirde Rusya ve İran’ın desteğiyle Suriye, ordusunu bu grupların üzerine sürmekte tereddüt etmeyecektir. Bu, Astana süreciyle gerilimi düşürme bölgeleri oluşturulurken yeşil otobüslerle Hama, Humus, Doğu Guta (Şam), Doğu Halep gibi yerlerden kuzeye taşınan silahlı gruplar için son süpürme olacaktır. Bu sefer Türkiye’den başka çekilecekleri bir yer de yok. Bu tür bir operasyon yeni bir sığınmacı dalgasına da neden olabilir. Türkiye’ye ‘cihatçılara bekçilik’ rolünü biçen Avrupa’nın korkusunu besleyen senaryo da buradan besleniyor.
SMO, 1 Temmuz 2024’teki protestoların ardından Türkiye’ye sadakatini gösterse de bazı gruplar Esad’la normalleşmeye karşı seslerini yükseltti. Mesela bir zamanlar Katar-Türkiye ekseninin gözdesi sayılan Ahrar’uş Şam, “devrimci güçlerin Esad’ı devirme hedefinde birleştiğini” ve “sığınmacıların ancak rejim devrildikten sonra güvenli bir şekilde dönebileceği” çıkışını yaptı.
Türkiye’yi açıkça ihanet etmekle suçlayanlar da çıktı. Şu aşamada ortada somut bir adım olmadığı için Türkiye’yi kızdırmak istemeyenler çoğunlukta gözüküyor. Ayrıca henüz İdlib’i kontrol eden Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) gibi Ankara’nın da terör örgütleri listesinde yer alan grupları konuşmaya sıra gelmedi. HTŞ, Türkiye sınırlarından beslendiği ve M-4 yolu etrafında Türk askeri üslerinin korumasından yararlandığı için pragmatik davranıyor. Örgütün lideri Ebu Muhammed el Colani “olayların başta Türkiye olmak üzere devrimin müttefiklerine ve çıkarlarına zarar verdiğini” belirtip, “İki değerli halk arasında fitne söndürülmelidir” dedi. Yani en stratejik davrananlar IŞİD artığı olup, El Kaide çizgisinde giden örgütler! Fakat Türkiye’nin sınır politikasını değiştirmesi ve Suriye operasyonlarının önünden çekilmesi halinde kendisine karşı bumerang senaryosu tetiklenebilir.
Şam-Ankara uzlaşması sığınmacılar açısından da Türkiye’de güvenli kalış şanslarının sona ereceğini ifade ediyor. İnsani ve hukuki koşulları gözetmeyen uzlaşmalar, Suriye’ye dönmeyenleri kolayca suçlanacakları, saldırıya uğrayacakları ve korunmasız bırakılacakları siyasi ve psikolojik bir iklimle karşı karşıya bırakabilir. Sığınmacıları zorla göndermeye yönelik her türlü politika öngörülemez şiddet olaylarını tetikleyebilir. Sınırın üstünde sığınmacılara yönelik linç girişimleri ve sınırın altında Türk varlığına yönelik şiddetli protestolar sadece iktidarın Suriye politikasının iflas ettiğini değil gelecekte neler yaşanacağını da gösteriyor. Gösteriler aynı zamanda normalleşme arayışına da tepkiydi. Olaylardan iki gün önce Erdoğan, Esad’la ailece görüştüğü günlere geri dönebileceklerini söylemişti. Tepkilere aldırmadan daha da ileri giderek Esad’ı Türkiye’ye davet edebileceğini söyledi.
HASAR KONTROLÜ VE FELÂKETLERDEN KAÇINMA
Türkiye’de normalleşmenin sihirli bir değnek gibi her şeyi çözeceği yönünde bir algı yaratılıyor. 13 yılda felaketlere neden olan Suriye politikasından sıfır maliyetli bir çıkış şansı yok. Normalleşmeye paralel Suriye’nin güllük gülistanlık olacağı, sığınmacıların güle oynaya döneceği, SDG ve özerklik kurumlarının dağılacağı, silahlı muhaliflerin paydos edip sivil ya da siyasal hayata karışacağı ve yeniden inşanın Türk inşaat şirketlerini uçuracağı aşırı köpürtülmüş beklentilerden ibaret. Fakat Türkiye’nin çekilmesi ‘zararın neresinden dönülürse kârdır’ diye değerlendirilebilir. Erdoğan’ın beklentilerinin bir kısmının gerçekleşmesi bile ona siyaseten manevra alanı açacaktır. Erdoğan “Hata yaptım” demeden hatalarını düzeltmiş, yanlış politikalardan vazgeçmiş, muhalefetin elindeki kozları geçersiz kılmış ve faturanın tamamen kendi üstüne kalmasını önlemiş olacaktır.
Beri tarafta olası bir Lübnan-Suriye savaşı, Hizbullah’ı yalnız bırakmayacak olan İran’ın Suriye’deki etkinliğini artıracaktır ki, aslında bu Şam’ın istediği bir şey değil. Şam, İran’ın Suriye’de askeri olarak etkisinin ya da varlığının artmasını istemiyor. Suriye’nin Arap Birliği’ne döndürülmesi de özünde İran’dan uzaklaşma perspektifini içeriyor. Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi Esad’ın kendini biraz daha güvende hissetmesine, elinin rahatlamasına ve güç dengesinin yeniden kurulmasına yardımcı olabilir. Kendini savunabilecek bir Suriye, Türkiye’nin korktuğu bazı senaryoların bertaraf edilmesini sağlayabilir. Yıkılması istenen Suriye’nin şimdi dirilmesi Türkiye’nin işine geliyor. Suriye büyük bir savaşa sürüklenirse Kürtlerin özerklik hikayesi de ABD’nin desteği ile bağımsızlık yönünde yol alabilir. Fakat büyük bir savaşa sürüklenmiş Suriye’de, Türkiye, kendini ateşten uzakta tutamayabilir. Hele ki Türk askeri içerdeyse çatışma riskleri artacaktır. Suriye’de vekalet savaşının yeniden alevlenmesi muhtemeldir. Bu tür bir senaryo Türkiye-Suriye sınırlarını patlatabilir ve resmen kayıtlı 3,1 milyon Suriyelinin bulunduğu Türkiye içindeki durumu kontrolden çıkarabilir.
Trump seçilirse Lübnan-İsrail ve Filistin-İsrail çatışmasının gölgesinde İran’la daha büyük hesaplaşmaya girebilir. Bu da bölgedeki üslerini boşaltmasını değil aksine tahkim etmesini gerektirebilir. Fakat Erdoğan’ın beklentisi, Trump’la anlaşıp Amerikan güçlerinin çekilmesini sağlamak yönünde. Erdoğan, Türkiye’nin Kürt bölgelerine yönelik askeri harekât düzenlemesine izin verilmeyeceği gerçeğinden hareketle Şam’da, Kürtlere nefes aldırmayacak güçlü bir tutumun şekillenmesini hedefliyor. Bu da normalleşmeye paralel olarak Şam’ın Ankara tarafından tahkim edilmesini gerektiriyor.