1985 TKP-UBP Koalisyon hükümetinin Başbakan Yardımcısı Alpay Durduran, o dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı ziyarete gider.
Bu görüşmeden bir süre önce TKP adına Genel Başkanı Alpay Durduran çözüm görüşmelerinin tekrardan başlatılması için Rauf Denktaş’a yönelik bir basın açıklaması yapmıştır. Denktaş bu açıklamaya çok içerlemiş ve kızmıştır. Görüşmede Alpay Durduran’a dönerek şunları söyler: “Bilesiniz ki Kıbrıs meselesi Türkiye’nin milli davasıdır. Biz bu konuyu Türkiye ile birlikte yürütüyoruz. Biz kantonal çözüm isteyeceğiz, Rumlar reddedecek, biz federal çözüm isteyeceğiz Rumlar reddedecek, biz konfederal çözüm isteyeceğiz Rumlar reddedecek, biz iki ayrı devlet isteyeceğiz Rumlar reddedecek.” Denktaş iki avucunu birleştirip şunu söyler: “Bilesin ki bu yara hiçbir zaman kapanmayacak!”
Bu konuşmanın üzerinden yaklaşık 40 yıl geçti. Rauf Denktaş öldü fakat söyledikleri aynen uygulanmaya devam ediyor. Sorunu yaratanın kim olduğu artık tüm açıklığı ile görülmekle birlikte, Türkiye çözümsüzlüğün sorumluluğunu, Kıbrıs Rum tarafına yıkma oyunu ile zaman kazanma uğraşı içindedir.
Annan Planı’nın neden Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedildiği veya Crans Montana da Anastasiyadis’in toplantıyı neden terk ettiği sorgulanmadan “Rumlar antlaşma istemez” önyargısı Türkiye yetkilileri, adamızdaki işbirlikçileri ve medya tarafından belleklere kazınmaya çalışılmaktadır. Geçmişte yaşanan tüm bu gerçeklerden sonra Türkiye’nin hala daha çözüm istediğini ifade edip bunu savunan muhalefetin sessizliği aslında Türkiye’nin çözümsüzlük siyasetine hizmetten başka bir şey değildir. Türkiye de Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi yetkililerinin yerinde ve doğru açıklamaları bile bizim muhalefeti harekete geçirememiştir.
1974 yılında “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü korumak ve anayasal düzenini tekrardan tesis etme “sorumluluğu ile adaya askeri müdahalede bulunan garantör Türkiye’nin asla bu sözünün arkasında durmadığı görülecektir. Adamızı sınırla bölen, etnik temizlikle adanın kuzeyini Türkleştiren, yerleşim yerlerinin isimlerini değiştiren, Kıbrıslı Türkler’e yasa zoru ile soyadı aldıran, Türk Lirasını tedavüle süren, savaş suçu olmasına rağmen adamızın kuzeyine nüfus aktarıp vatandaşlık dağıtarak Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesini gasp eden, tapu kadastro sistemini, eğitim sistemini değiştiren, kumar, fuhuş, kara para aklama, uyuşturucu ve insan kaçakçılığını ekonomik faaliyet olarak gören bir anlayışı dayatan, Rum mülklerini ganimet diye yağmalatan ve adanın kuzeyini kurdurduğu kukla yönetimle idare eden Türkiye’dir.
20 Temmuz öncesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “iki ayrı devlet tezi” üzerinden görüşme yapılması kararı alınması devam eden ayrılıkçı “İstirdat Planı’nın” sürdürüldüğünü göstermektedir. 1959 Londra-Zürih Antlaşmalarının altında imzası olmasına rağmen, böyle bir karar alabilen Türkiye’ye Kıbrıslı Rumlar bir yana artık Kıbrıslı Türkler de inanmamaktadır. Bir yandan meclisinde iki ayrı devlet diyen Türkiye diğer yandan Kıbrıs’ın kuzeyini siyasi üs yapacağını söylemektedir.
Kıbrıslı Türkler’in güvenini kaybeden Türkiye’nin Kıbrıs Türk Toplumunu siyasi bir rehine olarak kullanıp ayrılıkçı politikalarını ileri götürmesi mümkün değildir. Cehaletin saygı gördüğü bir dönemden geçen Türkiye’nin işgal suçlamalarına “biz orayı fethettik” yanıtı ise bu cehaletin nereye vardığının en güzel örneğidir.