Şam, devlet yetkililerinin, özellikle de Devlet Başkanı Esad’ın her gördüğü kameraya poz verdiği, mikrofona konuştuğu bir yer değil. Bu açıdan Esad’ın birkaç gün önce Ankara-Şam normalleşmesine ilişkin mesajlar verdiği konuşması önemliydi. Esad o konuşmasında genel olarak normalleşme konusunda Şam’dan yapılan açıklamaları tekrar etti. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi ve Şam’ın terörist olarak nitelendirdiği silahlı gruplara desteğini kesmesi gerektiğini söyledi. Esad’a göre bunlar aslında normalleşme için gerekli şartlar değil, zaten olması-yapılması gerekenler.
Esad’ın konuşmasını dikkat çekici yapan noktalar ise detayları ve satır aralarıydı. Bunlara bakılırsa:
-Ankara, Şam üzerinde baskı kurması için Rusya ve İran başta olmak üzere çeşitli ülkelerden taleplerde bulunmaya devam ediyor.
-Şam, Ankara’nın bir normalleşme sürecinden kastının veya muradının ne olduğunu anlamamış. Esad bunu açıkça belirterek, “Türkiye’nin ne istediğini bilmiyoruz” dedi.
-Şam açısından en önemli sorun güvensizlik. Bu nedenle Esad yönetimi Ankara ile doğrudan bir temas değil ara bulucu ülkelerin garantör olduğu bir süreç istiyor.
-Esad konuşmasında ara bulucu ülkelere de bir mesaj vererek mealen, “Mesaj getirip götürüyorsunuz ama Türkiye’nin ne istediğini ve verdiği/vereceği vaatleri yerine getirip getirmeyeceğini siz de bilmiyorsunuz” dedi. Bu çerçevede Şam’ın Ankara ile bir normalleşme sürecine girmesi için aracı ülkelerden heyetlerin Şam’a gidip gelmesinin işe yaramadığını ya da en azından şimdiye kadar neden bunca baskının sonuç vermediğini Esad’ın ağzından duymuş olduk.
Ankara-Şam normalleşmesine dair Türkiye’den yapılan resmi açıklamalar ve basında yer alan yorumlar ağırlıklı olarak bir Erdoğan-Esad görüşmesiyle; liderlerin yer alacağı bir fotoğraf karesiyle, “sevgili kardeşim” ifadesini duyup duymayacağımız ile sınırlı. Halbuki iki başkent arasında belki de yıllarca sürecek müzakereler gerektiren çok ağır dosyalar birikmiş durumda.
Ha bir de Ankara hâlâ “Sevgili Şam, sen onu bunu boş ver. Bu Suriye Kürtleri ikimizin de canını sıkıyor. Senin ön şartların, kırmızı çizgilerin bizim için teferruat. Gel biz, yeni dönemi Suriye Kürtlerine karşı ortak bir politika belirleyerek başlayalım” tavrını sürdürüyor. Ancak Suriye Kürtleri meselesi de iki başkent arasında o yıllarca sürecek müzakere gerektirecek meselelerden biri.
Zaman içinde Şam, Rusya ve İran başta olmak üzere çeşitli ülkelerin baskılarına karşı esner mi, normalleşme süreci için şartlarından taviz verir mi, bilinmez ancak mevcut duruma bakılırsa Esad yönetiminin Ankara’nın beklentileri ile en son taviz vereceği birkaç konudan biri Suriye Kürtleri meselesi. Çünkü işin ucunda yıllar süren vekalet savaşı ile harap olmuş ve ordusu yorgun düşmüş Şam’ın, yine yıllar sürecek ve bu defa herkesin kaybedeceği bir iç savaşa girmesi ihtimali var. Ayrıca her ne kadar Ankara, Suriye Kürtlerinin çekirdeğini oluşturduğu siyasi, idari ve askeri yapıları PKK’nın Suriye uzantıları olarak nitelendirse de Şam bürokrasisi Kürtler tarafından kurulmuş olan ve yıllardır birçok aksaklığa rağmen yürütülen idari yapıya kapıyı kapatmıyor. Kürtlerin geliştirdiği idare modelinin Şam’ın dokunuşları, federatif veya özerklik gibi ihtimallere kapılar kapatılarak bütün Suriye’ye uygulanması da konuşuluyor. Velhasıl Ankara, Şam ile ilişkilerini yine tek bir meseleye yani Suriye Kürtleri meselesine endekslemiş olsa da Şam ile Kürtler arasındaki ilişki Ankara’nın gördüğünden ya da görmek istediğinden çok ama çok farklı, derin ve girift.
Yine Ankara, “Suriye’nin kuzeyinden çekilirsek oraya PKK yerleşir” diyor. Ancak Şam, Ankara’dan TSK’yı bir gecede çekmesini değil aşamalı bir çekilme takvimi açıklamasını istiyor. Peki TSK’nın çekileceği bölgeye kim yerleşecek? Elbette Suriye ordusu. Ancak şu da unutulmamalı ki Türkiye’nin Afrin başta olmak üzere Suriye’nin kuzey batısına yaptığı askeri operasyonlarla birlikte oraya yerleştirdiği daha doğrusu taşıdığı silahlı gruplarla birlikte bölgede demografi değişti. Yani bugün Türkiye’nin desteklediği silahlı grupların yaşadıkları evler, çalıştırdıkları dükkanlar, nimetlerini yedikleri bağlar ve tarlalar birilerinin malı mülkü. Afrin başta olmak üzere bahsettiğimiz bölgede hatırı sayılır oranda Kürt yaşıyordu. TSK çekilirse elbette o bölgelerin gerçek sahipleri geri dönecek. Peki gelirken yanlarında Suriye Demokratik Güçleri ya da Ankara’nın tabiriyle YPG de gelecek mi? Şam’daki uzmanlar bu konuda Şam’ın dikkatli olacağını, Ankara’nın öfkesini kabartmak istemeyeceğini ve en azından sınırda Kürt silahlı gruplarına izin vermeyeceğini söylüyorlar. Ancak bu noktada Ankara’nın niyeti de önemli ve elbette onca yıldır desteklediği silahlı grupları yerleştirecek yeni yerler bulmak zorunda olan Türkiye, sivillerin bile evlerine dönmesinden yani demografinin eski haline dönmesinden de çok hoşlanmayacaktır muhtemelen.
Velhasıl dışarıdan bakıldığında iki liderin yer aldığı tek kare fotoğrafın mucizeler yaratmasını bekliyor. Ancak Ankara-Şam arasında konuşulması ve halledilmesi gereken onlarca başlık, yüzlerce alt başlık var. Bırakın bir kare fotoğrafla normalleşmenin otomatik olarak başlamasını, normalleşme sürecini başlatacak olan temas aşamasında bile değiliz.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın dediği gibi, Ankara-Şam normalleşmesi zamanın ruhunun dayattığı bir şart. Bölgede ekonomik ve siyasi açıdan birçok gelişme yaşanıyor. Ancak Türkiye’nin bu süreçlerde yer alması ve süreçlerden faydalanması için önce dostları ile bataklığa çevirdiği, sonra da koşarak o bataklığa daldığı Suriye meselesini halletmesi gerekiyor. Görünen o ki Ankara hâlâ iflas eden Suriye politikasından maksimum kârla çıkma hesabında ve bir taşla birkaç kuş vurmaya, hatta arada da Kürt meselesinden kurtulmaya çalışıyor. Ancak Ankara’nın hesaplarını bu defa altüst eden çok önemli bir faktör var ki lafla sözle, vaatle ve hatta birkaç göstermelik adımla çözülebilecek gibi de durmuyor. O faktör Şam’ın güvensizliği…
Şimdi, “Şam neye dayanarak kendine bu kadar güveniyor da Ankara’ya güvensizlik sebebiyle kapıyı kapalı tutuyor?” diye soranlar olabilir.
Açıkçası Şam’ın acelesi yok. Şam tam anlamıyla “Bize olan oldu, daha fazla ne olabilir ki?” havasında, ki haksız da sayılmazlar…