Aralarında Hamas ve El Fetih’in yer aldığı 14 Filistinli örgütün 21-23 Temmuz tarihleri arasında Çin’in ara buluculuğunda bir araya gelip “Pekin Diyaloğu”nu imzalaması, Türkiye ve Batı medyasında fazla yer bulup tartışılmadı. Ancak bu ‘ilgisizlik’, atılan bu adımın Filistin davası ve Ortadoğu’daki egemenlik mücadelesinin seyri bakımından önemini ortadan kaldırmıyor.
Filistinli örgütlerin ‘ulusal birlik’ ve geçici bir hükümet oluşturulması konusunda uzlaşmasının ardından Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de Çin’in; bağımsız Filistin için Gazze’de kalıcı ateşkesin sağlanması, ortak yönetimin kurulması ve Filistin’in BM’de tam üyeliğinin tanınmasını kapsayan üç aşamalı bir plan açıkladı.
Çin’in geçtiğimiz yıl İran ve S. Arabistan arasındaki uzlaşmaya aracı olmasının ardından bu kez de Filistin-İsrail sorunu gibi bölgenin uzun yıllara yayılan bir diğer önemli bir sorununa müdahil olması, öncelikle Çin’in Ortadoğu’da artan rolü ve bunun bölgedeki egemenlik mücadelesine olası etkileri bağlamında tartışılıyor.
Dünyanın en büyük emperyalist gücü olma yolunda ABD emperyalizmi ile ciddi bir rekabet içinde olan Çin için Ortadoğu’nun önemi konusunda iki noktaya dikkat çekilebilir:
Birinci olarak, Çin enerji bakımından büyük oranda dışa bağımlı durumda bulunuyor ve ihtiyaç duyduğu enerjinin yaklaşık yüzde 50’sini Ortadoğu’dan sağlıyor. Çin’in enerji tedarikçileri arasında İran’ın yanı sıra S. Arabistan (petrol) ve Katar (LNG) dikkat çekiyor.
İkinci olarak Ortadoğu; küresel tedarik zinciri-ticaret yolları arasındaki mücadelenin, dolayısıyla Çin’in yol-kuşak projesinin en önemli kavşaklarından biri konumunda bulunuyor. Çünkü Ortadoğu, Asya-Pasifik için Avrupa ve Afrika pazarına açılan en önemli ticari güzergah olarak öne çıkıyor. Bu durum Ortadoğu’yu Çin’in başını çektiği yol-kuşak ile ABD emperyalizminin öncülük ettiği Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru (IMEC) arasındaki mücadelenin merkezlerinden biri haline getiriyor ki Çin geçtiğimiz dönemde yol-kuşak projesi kapsamında 21 Arap ülkesiyle altyapı-ticaret alanında çeşitli anlaşmalar imzaladı.
Çin’in mart 2023’te İran ve S. Arabistan arasında ara bulucu olmasından önce Çin Lideri Şi Cinping, aralık 2022’de S. Arabistan’a önemli bir ziyaret gerçekleştirmiş ve burada Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile de görüşmüştü. Bu görüşmenin ardından haziran 2023’te bu kez Abbas Çin’e bir ziyaret gerçekleştirmiş ve bu ziyarette Şi Cinping Filistin-İsrail sorununun çözümüne dair 1967 sınırları temelinde bir Filistin devletinin kurulmasına dayanan bir plan açıklamıştı.
Ancak Çin’in son hamlesinin ABD ve Almanya’nın başını çektiği Batılı emperyalistlerin İsrail’in Gazze’de soykırıma varan saldırı ve işgaline verdikleri destek nedeniyle bölge ve dünya halkları nezdinde ciddi bir tepki gördükleri bir döneme denk geldiğine dikkat çekmek gerekiyor.
Çin’in Hamas ve El Fetih’in aralarında yer aldığı Filistinli örgütleri geçici hükümet kurulması konusunda uzlaştırması, her şeyden önce ABD ve İsrail’in Gazze savaşı sonrası senaryolarına karşı yapılmış önemli bir hamle olarak anlam kazanıyor. Çünkü Filistinlilerin meşru temsilcileri arasındaki bu uzlaşma, İsrail işgalinin sürdürülmesi ya da buraya başkaca güçlerin yerleştirilmesi için öne sürülen “gerekçe”leri boşa çıkarıyor.
Öte yandan Filistin-İsrail meselesinde aldığı bu tutumla Çin, Ortadoğu’da ABD ve Batılı emperyalistlerle sürdürdüğü egemenlik mücadelesine “insani” bir görünüm de kazandırmış oluyor.
Bu durumu Çin ve Rusya’nın kıtada sömürgeci geçmişi bulunan Fransa ve ABD emperyalizmine karşı halkların duyduğu tepkiyi Afrika’daki emperyalist emellerine dayanak yapmalarına ve buradaki yayılmacı politikalarına “insani” ve hatta “antiemperyalist” bir görünüm kazandırmak için kullanmalarına benzetebiliriz.
Tam bu noktada kimi sol ve “komünist” partilerin Çin’in Filistinli örgütleri uzlaştırma adımı sonrasında yaptıkları değerlendirmelere dikkat çekmek gerekiyor.
Dün Yusuf Ertaş arkadaşımızın ‘Pekin Deklerasyonu’nun Arap coğrafyasında nasıl karşılandığına dair yaptığı haberde dikkat çeken noktalardan biri de Lübnan Komünist Partisinin (LKP) konu ile ilgili yaptığı değerlendirmeydi.
Çin’in Filistin sorunundaki “öncü rolünü selamlayan” LKP, aynı zamanda Ortadoğu’daki emperyalist egemenlik mücadelesini de “çok kutupluluk” adına savunuyordu.
LKP’nin tutumu Çin’e yönelik çarpık değerlendirmelerin tipik bir örneğini oluşturuyor.
Çünkü LKP gibi sol çevreler, dünyanın farklı emperyalist güçler arasında paylaşıldığı ve yeniden paylaşımın kesintisiz devam ettiği emperyalist-kapitalist sistemin zaten doğası gereği ‘çok kutuplu’ olduğunu “unutuyor” ve emperyalistler arasındaki egemenlik mücadelesinin keskinleşmesini, daha görünür hale gelmesini “çok kutupluluk” olarak tanımlıyorlar.
İkinci olarak bu çevreler, Filistin örneğinde olduğu gibi emperyalistler arasındaki çelişkileri ezilen uluslar ve kurtuluş mücadeleleri lehine kullanmak ile bir emperyalist güce yaslanmayı, o emperyalist gücü kurtarıcı olarak görmeyi birbirine karıştırıyorlar. Bu nedenle Çin’in her bakımdan ABD ve Batılı emperyalistlerle sürdürdüğü emperyalist egemenlik/paylaşım mücadelesinin bir devamı olarak Filistin konusunda attığı adımdan “devrimci sonuçlar” çıkarıyorlar!
Sonuç olarak; Pekin Deklarasyonu, İsrail saldırganlığına ve Batılı emperyalistlerin bu saldırganlığa verdiği desteğe karşı atılmış önemli bir adım olsa da bu adımın başarıya ulaşmasını sağlayacak şey şu ya da bu emperyalist güç değil, halkların dayanışma ve mücadelesinin büyüyerek devam ettirilmesi olacaktır.