Malumunuz Donald Trump ve Joe Biden 2024 Amerikan başkanlık yarışının iki önemli adayı. İki aday olarak ilk televizyon münazaralarını 27 Haziran’da yaptılar. Bu ikili beklendiği üzere kürtaj, göç, dış politika, enflasyon ve pek çok diğer konuda birbiriyle çatıştı. Fakat diğer başkanlık münazaralarının aksine bu münazarada neler söylendiğinden çok adaylardan birinin, Biden’in durumu ön plana çıktı. Hâlihazırda yaşı (81) nedeniyle eleştirilere maruz kalan Biden, kendisinden sadece üç yaş küçük olan Trump’ın enerjisine yetişemedi. Realite şovu tadında geçen münazarada bitkin görünen ve Trump’ın iddialarını cevaplamakta ve diyeceklerini telaffuz etmekte zorlanan Başkan Biden tüm dünyanın gözü önünde kendini yok ederken, eski başkan Trump 2020 seçimini gerçekten kazandığına dair iddialar da dahil olmak üzere alışılmış bir dizi yalanı tekrarladı. Biden’ın sağlığı hakkındaki şüpheler zaten uzun zamandır gündemdeydi, ama yine de bu münazaradaki hali şok etkisi yarattı ve dünya gündeminin tepesine oturdu.
Peki, nasıl olur da Amerika gibi bir süper gücün iki başkan adayından biri ülkenin yasalarını çiğneyen sığ bir popülist, öteki ise konuşmakta bile zorlanan bir şahıs olabilir? Amerikan temsili demokrasisi nasıl bu kadar aciz kalabildi?
TRUMP’I ANLAMAK!
Öncelikle şunu söyleyerek başlayayım: Uzun süredir Trump anketlerde önde gidiyor. Yani Biden’ın hali bu münazarada ortaya saçılmamış olsa bile Trump’ın başkanlık yarışını kazanma ihtimali oldukça yüksekti. O yüzden öncelikle Trump gibi adı hem mali hem siyasi hem de adi suçlara karışmış birinin nasıl bu kadar popüler olduğunu anlamaya çalışmamız gerekiyor. Her popülist siyasetçi gibi Trump da daha çok toplumda kendini ekonomik açıdan savunmasız hisseden kesimlerden oy topluyor. Çin’in ekonomik yükselişi ile krize giren Amerikan kapitalizmi her ne kadar bazı sektörlerde hala daha başat durumda olsa da, üretim sektörü gün geçtikçe Çin rekabeti karşısında eriyor. Sosyal devletin oldukça zayıf olduğu Amerika’da ekonomide rekabet gücünü kaybeden bu sektörün çalışanlarının kendilerini artan oranda tehdit altında hissetmesi gayet doğal. Sınıf örgütlenmesinin de zayıf olduğu bu toplumda vatandaşlar neoliberal sisteme alternatif aramak yerine Trump gibi bir popülistin sunduğu göçmen karşıtlığı ve kozmopolit değerlere düşmanlık gibi yüzeysel argümanlara sığınıyorlar. Aslında Cumhuriyetçi Parti’nin dışından gelen Trump partinin egemenleri tarafından pek sevilmiyor ama popülerliği sebebiyle zamanla daha çok kabullenildi. Parti daha güçlü bir aday çıkaramayarak Trump’ın adaylığına engel olamadığı gibi Trump eşliğinde partinin iyice aşırı sağa doğru kaymasına da seyirci kaldı.
DEMOKRATLAR’IN ACİZLİĞİ
Gelelim Demokrat Parti’nin durumuna, ki onların durumu daha da vahim. 2020’de Covid krizi ve Trump’ın bu krizi kötü yönetmesi sayesinde Biden seçilebilmişti. Ancak Biden’in başkanlığı süresince Trump’ın seçilmesine, yani popülizme yol açan koşullarda neredeyse hiçbir değişiklik olmadı. Ülkede orta kesimlerin gelir seviyesi düşmeye ve ekonomik eşitsizlik de artmaya devam ediyor. Her ne kadar ekonomik veriler enflasyonun ve işsizliğin düştüğüne işaret etse de toplumun geniş kesimleri kendini daha fakirleşmiş hissediyor. Bunun yanı sıra Demokrat Parti’nin elitleri de tam bir kısırdöngüye girerek Biden haricinde bir aday çıkaramamış durumda. Biden’in idrak ve konuşma yetilerinde sorun olduğu özellikle son aylarda kendini iyice belli etmişti. Buna rağmen Demokrat Parti’nin Biden’da ısrar edip başka aday çıkaramamış olması partinin nasıl bir acizliğe düştüğünü açıkça gösteriyor. Sol bir siyasi pozisyona sahip olan ve kendini demokrat sosyalist olarak tanımlayan Bernie Sanders, Demokrat Parti bir önceki seçimler için aday belirlerken Biden’a rakip olmuştu. Lakin, özellikle gençlerin favori adayı olan Sanders’a partinin egemenleri geçit vermemişti. Nitekim Sanders’ın özellikle ekonomik ve sosyal konulardaki ilerici fikirleri Amerika’nın egemen güçleri için tehdit olarak görülüyor.
Kısacası, Amerika’nın siyasi ve ekonomik egemenleri mevcut çıkarlarına bir nebze zeval gelmesin diye uğraşırlarken tüm sistemi çöküşe sürüklemiş oldular. Trump’ın tekrar aday olması ekonomik sistem için değilse de siyasi sistem için tam bir felaket olacaktır. Trump ve destekçisi aşırı sağcı kesimler şimdiye dek Amerikan toplumunun haklar adına katettiği kazanımları geriye döndürmek için müthiş bir çaba içindeler ve Trump tekrar başkan olduğu takdirde bu konuda hızla yol alacaklardır. Bunun provaları Florida ve Alabama gibi eyaletlerde şimdiden yapılıyor.
SİSTEMİN ÜRETTİĞİ KRİZ
Amerikan siyasi sisteminin kendine bazı has özellikleri var ve bunlar da demokrasinin krizine katkıda bulunuyor. Örneğin, Amerika’nın çoğunlukçu seçim sistemi üçüncü güçlü bir partinin çıkmasına izin vermiyor. Ayrıca, seçimlerde Biden Trump’tan daha çok oy alsa bile büyük olasılıkla seçimi kazanamayacak, çünkü önemli olan eyaletleri kazanmak. Amerika’da çoğu eyaletin Demokrat mı Cumhuriyetçi mi olduğu zaten belli. Seçim sonucunu sadece seçimin çekişmeli olduğu eyaletler belirliyor. Biden çekişmeli yedi eyaletin (Arizona, Georgia, Michigan, Michigan, Nevada, North Carolina, Pennsylvania ve Wisconsin) sadece birinde (Wisconsin) önde gözüküyor. 2020’de Biden bu eyaletlerin tamamını alarak seçimi kazanmıştı. Bugünkü koşullarda bu olası görünmüyor.
Her ne kadar Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti dışarıdan bakıldığında çok farklı görünmese de Amerikan halkı için önemli farklılıkları temsil ediyorlar, özellikle de azınlık ve kadın hakları konusunda. Normal şartlarda kadınlar, özellikle de üniversite mezunu kadınlar, Demokratların en kuvvetli destekçisi. Bunun en önemli sebebi Cumhuriyetçilerin kürtaj yasaklarını aktif olarak uygulamaya geçirmeye çalışıyor olması. Şu anda 14 eyalette kürtaj yasak ve Trump seçildiği takdirde bu sayı artabilir. Kulağa garip gelse de “süper güç” Amerika’nın iç siyasetindeki en ihtilaflı konu bu! Bir diğer ihtilaflı konu ise göçmenler, çünkü Amerikan kapitalizminin yarattığı ekonomik ve sosyal güvensizliğin suçu Trump’ın söylemleriyle göçmenlerin üzerine atılıyor. Bu durum diğer Batı ülkelerinden çok farklı değil. Dolayısıyla, Amerika’da olanları sadece Amerika’ya özgü sorunlar olarak da görmemeliyiz.
Diğer önemli bir konu da azınlık hakları. Azınlık, yani beyaz olmayan seçmenler (özellikle siyahlar ve Latin kökenliler) daha çok Demokrat seçmen olarak bilinirler. Siyahlar geleneksel olarak yüzde 80 civarında ağırlıkla Demokrat partiye oy vermekteler. Latin kökenlilerde ise bu oran yüzde 60’lar civarında. Bu kesimler ayrıca Amerika’nın görece daha yoksul ve yoksun kesimleri. Ne var ki, son yıllarda bu kesimler arasında Demokrat Parti desteği düşüyor. En büyük düşüş ise mavi yakalı işçiler arasında. Eskiden daha çok Demokratlara oy veren bu işçi kesimleri gün geçtikte desteğini Trump’a kaydırıyor. Trump sadece göçmen ve Çin karşıtı söylemleriyle değil, Amerikan şirketlerinin yatırımlarını yurtdışından Amerika’ya geri getirme ve üretim sektörünü tekrar canlandırma vaadi ile de bu kesimleri kendine çekiyor. Trump’ın bu bağlamda dillendirilen MAGA yani “Amerika’yı tekrar büyük yapacağız” (Make America great again) söylemi her ne kadar Amerika’nın Trump liderliğinde tekrar güçleneceğini iddia etse de aslında Trump olayı tamamen Amerika’nın güçten düşmesinin bir tezahürü.
İLERİCİLERİN KOPUŞU
Bir de tabi Filistin meselesi var. 2020’de ilerici özgürlükçü kesimlerin “Siyahların hayatı değerlidir” (Black lives matter) protestolarını hemen sahiplenen ve kampanyalarının parçası haline getiren Demokratlar, aynı kesimlerin Filistin protestoları karşısında müthiş duyarsız davrandı ve konu Demokratları kendi aralarında ciddi bir şekilde ayrıştırarak en ilerici Demokratları partiden soğuttu. Filistin’de süren katliama rağmen, Biden İsrail’e hem ekonomik hem askeri hem de diplomatik yardımı sürdürüyor. Amerika konu İsrail olduğunda insan haklarını unutmuş gözüküyor. Dahası, uluslararası kurumların İsrail’e karşı almaya çalıştığı önlemlere ve yaptırımlara engel oluyor. İsrail’e engel olabilecek tek gücün Amerika olduğunu herkes biliyor ve Amerika bunu yapmadıkça dünyadaki liberal ahlaki liderliğini de tamamen kaybediyor. Bu yalnızca diğer ülkelerin değil, Amerika’nın ilerici kesimlerin de büyük tepkisini çekiyor.
Biden Filistin protestolarına katılıp polis şiddetine maruz kalan gençlere de sahip çıkmadı. Aslında gençlerin çoğu, özellikle de üniversite mezunu veya üniversite öğrencisi olanlar, kendini Demokratlara yakın hissediyor. Lakin, bu gençlerin çoğu Filistin politikası dolayısıyla Biden’a kızgın. Zaten gençler Amerika’da en fazla oy vermeyen kesim, çünkü mevcut iki büyük parti gençleri tatmin etmiyor. Seçimi kazanmak için Biden’ın bu gençleri oy vermeye ikna etmesi gerekiyordu, fakat Filistin meselesi sebebiyle bu pek mümkün görünmüyor. Belli ki iki adayı da benimsemeyen seçmen sayısı oldukça fazla ve seçimin sonucunu bu grubun belirleyeceği iddia ediliyor. Bunlar seçimde oy vermeyebilir ya da seçim günü daha az kötü buldukları adaya yönelebilirler. Yapılan münazara sonrası şimdiye dek Biden’ın adaylığını desteklemiş olan egemen kesimler bile panik olmuş durumda. Anketler de Demokrat seçmenlerin bu tartışma performansının ardından Biden’ın zihinsel olarak başkan olarak hizmet etmeye uygun olup olmadığı konusunda giderek daha fazla endişe duyduğunu gösteriyor. Daha önce Amerikan tarihinde böyle bir şey olmuş muydu emin değilim, ama seçimlerden yalnızca beş ay önce Demokratlar Biden’in adaylıktan çekilmesini ve yeni bir aday gösterilmesini tartışıyor. Biden’ın da çekilme opsiyonunu değerlendirdiği söylentileri var, fakat şimdilik yarışta kalmakta ısrar ediyor. Demokrat Parti yetkililerine sorarsanız Biden’ın performansı ciddi endişelere yol açsa da yerine geçecek olası isimlerden hiçbiri Başkan’dan daha fazla desteğe sahip değil. Velhasıl, bu zamana dek Biden’a alternatif bir aday çıkaramamış olan Demokrat Parti şimdi de bir alternatif belirlemekten aciz. Bu durum Amerikan demokrasisinin krizini gözler önüne seriyor.
MÜNAZARANIN ETKİSİ
Münazaranın içeriğine de kısaca değinirsek. Trump kendine güvenli tavırlarıyla pek çok konuda yalanlar sıralarken moderatörlerin hiçbir düzeltme ve uyarı yapmamış olması en çok eleştirilen noktalardan biri oldu. Biden, Trump’a cevap vermekte yetersiz kaldığı gibi, iki liderin birbirine verdiği cevaplar toplumun önemli sorunlarına değinmekten çok kişisel saldırı ve hakaret şeklinde tezahür etti. Biden’in berbat performansı karşısında, ki kanımca en kötüsü Trump ve Putin’in isimlerini karıştırmasıydı, sadece alaycı bakışları Trump’ın galip gelmesine yeterliydi. Tüm bunlar seçmenler arasındaki genel ilgisizlik ve hayal kırıklığı hislerini yoğunlaştırdı.
Trump’ın iddiaları arasında en doğru olanı herhalde Amerika’nın artık başarısız bir ülke haline gelmiş olduğu iddiasıdır. Onun dediğinin aksine tabi ki Amerika’yı Obama ya da Biden batırmadı. Bu düşüş çok daha uzun bir sürecin sonucu. Amerika’nın kendi içinde ve dünyada kurduğu liberal kapitalist düzenin uzun süre Amerika’ya avantaj sağladığı doğrudur, ama son dönemlerde küresel düzeyde Çin’in bu düzenden daha çok yarar sağladığı da aşikâr. Amerika içinde de bu düzenden hala yarar sağlayanlar var, ama onlar Amerikan toplumunun sadece belli seçkin kesimleri. Kısacası, Amerika zaman içinde kendi kurduğu düzenin kurbanı olmaya başladı. Fakat Amerika’daki egemen güçler o kadar kuvvetli ki, bu gidişatı gördükleri halde kendi çıkarlarına sarılıp alternatif çözümlerin önünü kesmeyi yeğlediler. Trump bu sürecin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkmış bir popülist. Trump’ın tekrar başkan olduğu önümüzdeki siyasi dönemde Amerika’nın krizi büyüyerek devam edecektir. Öte yandan Amerika’nın dengesiz ve sosyal-insani konulara fena halde duyarsız bir lider tarafından yönetilmesi dünya için hiç de iyi sonuçlar doğurmayacaktır. Halihazırda sağ popülizmin yükseldiği Avrupa’yı da düşününce, artık Batının dünya liderliğini kaybettiği, liberal düzenin çatırdadığı ama yerine daha iyi alternatif bir düzenin de oluşturulamadığı dünyamız gittikçe daha endişe verici görünüyor.