AKP, 22 yıllık iktidarı boyunca, özelleştirmeden dinselleştirmeye, sınav sisteminden müfredatın içeriğine kadar eğitimde tartışmalı çok sayıda değişikliğe imza attı. Son olarak, 2023 yılında yeni müfredat çalışmalarına başlanmış ve Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bununla öğrencilerin zihinsel, sosyal, duygusal, fiziksel ve ahlaki açıdan çok yönlü gelişimini esas alan ‘bütüncül bir eğitim’ yaklaşımını hedeflediklerini vurgulamıştı. Ağır ve çok fazla konuyu içermesi sebep gösterilerek müfredatta sadeleşmeye gidilmesi gerektiğine karar verilmişti.
Nisan ayında MEB, ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ yeni müfredat taslağını açıkladı. Özellikle sayısal ders içeriği sadeleştirilmiş ve integral kaldırılmıştı, buna karşın dini eğitim ağırlık kazanmıştı. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “bize ait ve bizim değerlerimizle inşa ettik” dediği yeni programda ‘millilik’ ve ‘değer’ kavramlarının öne çıkarıldığı görüldü.
AKP, yeni nesillere ‘değer edindirme’ amacına yönelik ilk çalışmasını 2021 yılında başlatmış; ‘Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum’ (ÇEDES) projesi kapsamında ‘manevi danışman’ olarak görevlendirilen imam ve Kuran kursu hocaları, okullarda öğrencilere ‘değerler eğitimi’ vermeye başlamıştı. Biyoloji kitaplarından evrim konusu çıkartılmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aksi yöndeki kararına rağmen zorunlu din dersine üç yeni seçmeli din dersi eklenmişti. Böylece Erdoğan’ın dilediği gibi, “dilinin, dininin, kininin davasına sahip çıkan bir gençlik” yetişmiş olacaktı.
Eğitim, Althusser’in tanımladığı gibi, devletin ideolojik aygıtlarından biri. Dolayısıyla, bilimsel ve laik kimliği güçlendirilmesi gerekirken, AKP’nin milliyetçi-İslamcı ideolojisi çerçevesinde adım adım yeniden şekillendirildi. Daha önce üç kez değiştirilen müfredat son olarak ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adıyla dördüncü kez yazıldı. Bu anlamda, sürekli kesintiye uğratılan, istikrardan yoksun, evrensel değerlerden azade, birbirinin devamı programlar milyonlarca çocuk ve gencin geleceğini belirlemeye devam ediyor.
Genel bütçeden eğitime ayrılan pay küçülürken Diyanet’e ayrılan artıyor. Devlet ve özel okullar arasındaki eşitsizlik derinleşiyor. Uluslararası sınavlarda çocukların anadilinde okuduğunu anlamakta zorluk çektiği, matematik ve fen bilimlerinde temel yeterliliğe ulaşamadığı ölçülüyor. MEB’in Meslek Eğitim Merkezi (MESEM) programı kapsamında çalışırken iş kazalarında ölen çocukların sayısı artıyor. Milyonlarca çocuk okula aç gidiyor.
Böylesi ağır sorunlar acil çözüm beklerken ve hangi bilimsel ihtiyaca karşılık geldiği anlaşılamayan yeni müfredat tartışmaları sürerken, iki lise Türkiye ve Fransa arasında diplomatik krize dönüşmek üzere. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Fransız Büyükelçiliğine ait Ankara’daki Charles de Gaulle ve İstanbul’daki Pierre Loti liselerinin MEB’e bağlanıp MEB’in müfredatına göre eğitim vermesi gerektiğinde ısrarcı. Aksi halde öğretime devam edemeyecekler. Oysa ki bu okullar Fransız eğitim sistemine göre çalışıyor, özel bir statüye sahipler. Türkiye’de yaşayan Fransız ve diğer yabancı ülke çocuklarının devam ettiği okula belirli sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocuklar da kabul ediliyor.
Fransız eğitim kurumlarında uygulanan programlara uygun eğitim verilen bu liselerden mezun olanlar, Fransa’da ön sınavsız eğitime devam edebiliyor. Ancak MEB bu yıl, okulların programlarına din ve Türkçe dersini dahil ederek Türk eğitim müfredatını uygulamaları gerektiğini bildirdi. Eğer anlaşma sağlanamazsa bu iki okulda okuyan Türk öğrencilerin Türk okullarına nakledileceği açıklandı. Okullardaki yabancı uyruklu çocuklar zaten bu derslerden muaf tutulacakken, sınırlı sayıdaki Türk öğrenciler için iki ülkeyi karşı karşıya getiren bir müfredat baskısının anlamı ne olabilir?
Bakan Tekin, mercek altına alınan iki Fransız lisesinde eğitim gören Türk vatandaşlarının kaydının MEB’de olmadığını, dolayısıyla bu çocukların okullaşmamış gözüktüğünü ve bu yüzden de görevini yapamamış sayılacağını söylüyor. Oysa MEB’in verilerine göre ilkokulda olmayan çocuk sayısı 322 bin 909. Ortaokulda 442 bin 303 çocuk ve lisede 442 bin 702 çocuk eğitimde kayıtlı değil. Bu sayılar görevini yerine getirememiş olmaktan endişe eden bakanı daha da üzecek gibi.
2019 yılında Türkiye’nin, Türkiye’deki mevcut Fransız okullarına karşılık, Fransa’da iki okul açmak istediği belirtilmiş ancak dönemin Fransa Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer tarafından reddedilmişti. Blanquer, Türkiye’nin yakın dönem tarihini belirleyen laikliğe sırtını çevirdiğini ve bugün İslamcılık ve yayılmacılık içerisinde olduğunu öne sürmüş ve Türkiye’yi Fransa’daki Türk topluluk ile ilgili dostça olmayan hamleler içinde gördüklerini söylemişti. Türkiye bunu reddetmiş ve Türkiye’deki Fransız okulları hatırlatılarak taleplerinin bir tür karşılıklılık içerisinde ele alınması gerektiği vurgulanmıştı. O zaman Türkiye’deki Fransız okullarının statüsünün belli bir çerçeveye oturtulduğunu söyleyen Türkiye bugün okulların yasal olmadığını öne sürüyor. İşin aslı bir müfredat sorunundan daha fazlası gibi duruyor.