Resmi ideolojinin böylesine baskıcı ve koşullandırıcı olduğu bir coğrafyada, insan hakları savunucusu olarak görev yapmak çok kolay değil. Her zaman hapis baskısı, ölüm tehdidi gibi birçok tedirginliklerle mücadelenize devam edersiniz. Ben de bugüne kadar katıldığım uluslararası toplantılarda ya da uluslararası heyetlerin ziyaretlerinde en çok şu soruyla karşılaşırım; Neden hiç vazgeçmediniz, bu kadar baskıya rağmen, bu kadar zulme rağmen neden vazgeçmediniz? Benim bu sorulara her zaman tek bir cevabım olur.
Çünkü bizim ölülerimize karşı borcumuz var. Gerçekten de insan hakları mücadelesinde o kadar çok insanımızı yitirdik ki. Onların ölümlerinin ardından duyduğumuz acı, öfke ve inanç belki de bizi daha da güçlendirdi. O nedenle de bu mücadeleden vazgeçmeyi hiçbir zaman düşünmedik. İşte böylesine borçlu olduğumuz insanlardan belki de en önemlilerinden biri de sevgili Vedat Aydın.
Vedat abi…
Vedat abi ile 1989 yılında tanışmıştım. O kadar candan bir insandı ki çok radikal fikirleri olan ama bunu son derece yumuşak bir dille anlatabilen, çok farklı bir insandı. 1990 yılında İHD Genel Merkez Kongresi’nde konuşmak için söz almıştı ve konuşmasını Kürtçe yaptı. O tarihlerde böyle bir genel kurulda Kürtçe konuşmak inanılmaz cesaret isteyen bir şeydi. Vedat abi Kürtçe konuşmaya başladığında birdenbire divan heyeti masalarından kalktılar, korkuyla aşağı indiler. Masada sadece bir kadın kaldı, Hediye Felekoğlu, “buyurun Vedat Aydın devam edin” dedi. Vedat abi Kürtçe konuşmaya devam etti.
Konuşma Kürtçe idi, içeriği de çok radikaldi. Kürdistan’da yaşanan büyük hak ihlallerini anlatıyor, oradaki harekete sahip çıkan bir konuşma yapıyordu. Vedat abi Kürtçe konuştuğu sırada salon ikiye ayrıldı. Bir kısım İHD üyesi İHD’yi kapattıracaksınız diye tepki gösterirken, bizlerin de içinde bulunduğu kalabalık bir grup ise alkışlarla, Kürtçe sloganlarla Vedat abiye eşlik ediyordu. Vedat abi ve iki arkadaşımız bu konuşmanın sonunda salona gelen polisler tarafından gözaltına alındılar, ardında da tutuklandılar.
O tarihlerde Türkçe dili dışında konuşmayı yasaklayan ama sadece Kürtçeyi yasaklamak üzere çıkarılmış bir yasa vardı. Bu yasa gerekçe gösterilerek Vedat abi tutuklandı. Vedat abi ilk duruşmada da Kürtçe konuşmaya devam etti. Mahkeme gösterilen dayanışmanın ve oluşan kamuoyunun da etkisiyle Vedat Aydın’ı serbest bıraktı. Aslında belki de o gün devlet kararını vermişti aynen Tahir Elçi olayında olduğu gibi. Vedat Aydın serbest bırakıldı ama hepimiz Vedat abi için tedirginlik duyuyorduk.
5 Temmuz 1991 günüydü. İHD İstanbul Şubesi olarak toplantıdaydık. Vedat Aydın evinden gözaltına alındı diye bir haber geldi. Hepimiz çok endişelenmiştik, Vedat abinin başına bir şey gelebileceğinden çok korkuyorduk. 2 gün boyunca Vedat abiden hiç haber alınmadı, herkes endişeyle birbirine soruyordu, haber var mı, diye. 7 Temmuz günü ofise geldiğimde, ofis arkadaşımın deftere bir not tuttuğunu gördüm. Ben bu notu ilk önce Vedat Aydın bulundu diye okudum ve büyük bir çığlık atarak Vedat abi bulunmuş diye sevinçle bağırdım.
Arkadaşım nota dikkatli bak dedi ve dikkatli baktığımda şunu gördüm, şöyle yazıyordu: “Vedat Aydın, işkenceyle öldürülmüş olarak bulundu.” O anda ne yapacağımı bilmez bir şekilde Çemberlitaş’ta bulunan ofisimizden koşarak bir yere gitmeye başladım, nereye gittiğimi hiç düşünmeden. O sıralarda Devlet Güvenlik Mahkemesi Sultanahmet’teydi. Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin önüne geldiğimde arkadaşlara rastladım. Arkadaşlarımız da ağlıyorlardı ve birkaç saat önce haberi alıp yola çıkan Adana insan hakları savunucularından oluşan heyetimizin trafik kazası geçirdiğini ve beş arkadaşımızın da kazada öldüğünü söylediler. Hepimiz ağlıyorduk, ne yapacağımızı bilmez bir şekilde. Daha sonra Vedat abinin cenazesi gerçekleşti, cenazeye de saldırdılar, çok sayıda insan cenazede katledildi. Vedat Aydın, insan hakları savunucuları ve Kürt aydınları için çok özel bir yere sahiptir. Çünkü düşüncelerini özgürce, hiçbir otoriteden izin almadan ileri sürebilen, son derece cesur bir insan hakları savunucusuydu. Her gün birbirimizi arardık. O zaman sosyal medya diye bir şey yoktu, telefonla her gün birbirimizi arardık. “Anacığım” diye telefonunu açan sesi, olaylar hakkında konuşmamız, endişelerimizi dile getirmemiz, “aman dikkatli ol” ile biten konuşmalarımız… Hepsi bugün gibi aklımda.
Vedat Aydın’ın bir başka yanı daha vardı. Vedat abi yaşadığı son derece baskıcı ve güvensiz ortama rağmen, son derece neşeli bir insandı.
O tarihlerde Kürdistan’da gerçekleşen tüm olaylara ekipler, heyetler oluşturarak ulaşmaya çalışırdık. Vedat abi bizi hep Diyarbakır’da karşılar, önce mutlaka yemeğe götürür, hepimizi bir rahatlatır, güldürür, ondan sonra da yapacağımız işlere doğru yola çıkardık. Hayatta hiç unutmadığım insanlardan biri oldu daima. Onun kararlılığı, neşesi, kızgınlığı, öfkesi her şeyi bir başka özeldi.
Vedat abinin katledilmesi Kürdistan’da yeni bir sürecin başlamasına neden oldu. Vedat abinin katledilmesinin ardından birçok Kürt aydını, yazar, gazeteci hatta küçücük yaştaki dağıtımcılar bile katledildiler. İnsanlar gözaltında kaybedildiler aslında belki de Vedat Aydın’ın sahip olduğu özgüvene ve cesarete karşı bir tehditti yapılanlar.
Vedat abinin cenazesinin ardından eşi polisler tarafından sorgulanmak isteniyordu ve bize de haber verdiler. Biz İstanbul’dan bir grup avukat olarak Diyarbakır’daki arkadaşlarımızla birlikte Vedat abinin eşi Şükran Aydın’ın polisler tarafından ifadesinin alınması sırasında hazır bulunduk. Polis şefi olarak Susurluk’ta yaşamını yitiren Hüseyin Kocadağ vardı. Hüseyin Kocadağ olayı başka taraflara çekmeye çalışıyor, devleti aradan çıkartmaya çalışıyordu ve bizler buna tabii ki de yüksek sesle tepki gösteriyorduk.
Hüseyin Kocadağ birdenbire beni ve avukat Ercan Kanar’ı oradan atmaya kalktı, atmak diyorum çünkü bize ‘dışarı çıkın, sizi burada istemiyorum’ diye bağırdı. Çünkü sorduğumuz sorularla, soruşturmayı onun istediği şekle evirmesine izin vermiyorduk. Bizi dışarıya çıkartmaya çalışınca tabii ki biz de karşı koyduk. Ancak o gün Vedat abinin eşi Şükran’ın eliyle masaya vurarak ‘onlar buradan çıkarılırsa ben de ifade vermiyorum’ demesini bugün gibi hatırlıyorum.
Peki ne oldu sonuçta? Devletin yargısının, Kürt halkının haklı mücadelesine karşı her zaman bir kalkan olarak ortaya koyduğu büyük bir cezasızlık gerçekleşti. Vedat abinin katilleri hala aramızda, hiçbiri yargılanmadı. Maalesef ki bu büyük cezasızlık Kürdistan’da yaşanan tüm hak ihlallerinin üzerini örten bir örtü oldu. Bu bir sistematiğin parçasıydı. Sadece işkenceyi yapanlar değildi suçlu olan, onları soruşturmayan savcılar, dava açmayan savcılar, karar vermeyen hakimler, hepsi bu sistematiğin parçalarıydılar.
Ve maalesef ki bu sistematik, var gücüyle devam ediyor.