“Tangül – Ünal Çağıner Çocuklara Yardım Vakfı” 2018 yılından beridir, benim en çok ilgi duyduğum bir alanda faaliyet gösteriyor…
Üç yıldan beridir de “Nesiller Buluşuyor” adında bir yarışma düzenliyor…
Konu; “Büyüklerimizin eski yaşantılarını anlatan video kaydı” olarak belirlenince, torunum Hasan, hemen bana başvuruyor…
Hasan’ın; video merakı; daha ilkokulda iken başlamıştı…
“Sosis balon” adı verilen upuzun balonlardan videolar hazırlıyordu. Balonları kıvırarak, hayvan, bisiklet, uçak gibi çeşitli oyuncaklar yapardı. Çocuklara bir “sır” verir gibi, tane tane anlatırdı nasıl yaptığını… Bir de kağıt katlama merakı vardı. “Origami” denilen bu çalışma da çok ilginçti. Çeşitli motifler üretiyor ve bunu “video”ya çekerek paylaşıyordu. Zaman zaman da keman konseri veriyor, “Youtube”da canlı yayımlıyordu.
Çeşitli maharetlerini sunarken, en çok da duru ve çocuksu “anlatımı” dikkatimi çekmişti…
-Dede, yeni bir proje var deyince ben de heyecanlandım…
Ona daha önceleri 1960’lı yılların Lefkoşasını anlatmıştım… Bunun için benimle “yerinde” bir söyleşi yapmayı ve böyle bir “video” ile yarışmaya katılmayı önerdi bana.
Önce aklına Atatürk heykeli geldi… “Oradan başlayalım” dedi. Bahçeden topladığı çiçeklerle bir buket yaptı ve Girne Kapısı’na gittik…
Faruk kamerasını çalıştırdı; karşısına geçtik ve işe, çelengimizi Atatürk heykeline koymakla başladık…
“1960’lı yıllarda bu meydanla ilgili anıların var mı?” diye sordu…
“Olmaz olur mu?” dedim ve anlatmaya başladım…
“Benim buraya geldiğim 1960’lı yılların ikinci yarısında Lefkoşa; küçük, kapalı bir yerdi. Bu meydan “Şeher”in en canlı alanıydı. Özellikle hafta sonları neredeyse tüm Lefkoşalılar “bayrak töreni”ni görmek için buraya doluşurdu. Mücahitlerin harika bir bandosu vardı. En önde, bir sihirbaz kıvraklığıyla sopasını müziğin temposuyla havaya atıp kapan “major” halkı büyülerdi. Lefkoşalıların neredeyse tek eğlencesi buydu. Şeher’den dışarıya çıkmak o günlerde çatışmalar nedeniyle çok riskliydi.”
Oradan, karşıdaki “Mücahitler Parkı”na yürüdük Hasan’la…
Orada düzenlenen konserleri, şiir gecelerini, anma etkinliklerini anlattım…
Arkadaşım Süheyl; bu Lefkoşa Surlariçi gezisi için bana “velesbit”ini ödünç vermişti… Hasan da kendi bisikletini aldı ve oradan ta şimdiki “Turizm Bakanlığı” binasına kadar gittik…
60’lı yıllarda bu bina “kışla”ya dönüştürülmüştü. Adı da “Bayraktar Kışlası”ydı…
Bu “kışla”nın güneyinde “Mutallip” diye bir mevzi vardı. Hasan’ı oraya götürdüm. Lefkoşa’nın o döneminde en ünlü fırınlardan biriydi “Mutallip Fırını”…
İlerideki mevzi de adını, yanındaki bu fırından almıştı…
15 yaşında iken, ilk nöbetimi tuttuğum bu “mevzi”de nasıl korktuğumu anlattım…
Arkasından “Kör Hasan” barikatına sürdük bisikletleri…
Kör Hasan, sokağın kahvecisiydi… Gözleri zayıftı. Onu incitmeyi çok severdik… Nöbet tuttuğumuz mevzi, adını ondan almıştı.
Orada durduk. Hasan’a “gololambi”nin ne olduğunu anlattım. Hasan da, kibritle “kandil”i yakarak uygulamalı gösterimizi sundu. Küçük bir cam ayakkabı şişesi, içinde gazyağı ve üzerinde bir fitil… Adımız “Öğrenci mücahit”ti. Gündüz okula gidiyor, geceleri de kışlada yatıp kalkarak nöbet tutuyorduk. Nöbet tutarken, bu “kandil”i gizlice yakar, ertesi günkü sınava çalışırdık…
“Kör Hasan”dan sonra, Lefkoşa’da Türk ve Rum kesimlerini ayıran “yeşil hat” çizgisi üzerindeki diğer mevzilerimiz olan “Amanın Bahça” ve “Bambino” mevzilerinden geçtik.
Sıra; “Topçu” mevzisine gelince, Hasan’a “Grivas”ı anlattım. Bisikleti ile gezerek Salep satan biriydi Grivas… Geceyarısından sonra mevzileri dolaşırdı. Bir akşam ondan aldığım “Salep”i içerken uyuyakalmışım… Uyandığımda giydiğim üniforma baştan aşağıya Saleple yapış yapış olmuştu…
Hasan dedesinin düştüğü bu acayip “manzara”yı hayal etmiş olacak ki, kahkahayı bastı hemen…
Sonra, Karababa Sokağı’nı aşarak “Tanti’nin Hamamı”na ulaştık… Yıkıntılar içindeki bu tarihi mekânın üzerine çıktı Hasan…
Herhalde benim, 1967’de bu hamamın üzerindeki kubbelere yaslanarak, ayakta nasıl nöbet tuttuğumu duyumsamak istedi…
Kafesli mahallesinde “Hasan Çavuş” adını taşıyan barikatı, “Oda mevzisi” diye andığımız, sınır hattı üzerindeki son mevziyi anlattım Hasan’a… Faruk, kamerasıyla hep kayıttaydı…
Oradan, “Mağusa Kapısı”na gittik… 1960’lı yıllarda Lefkoşa’ya araçlı girişler hep buradan yapılırdı. Rum tarafındaki “barikat”ta Türk araçlar yoklanır, burada uzun kuyruklar oluşurdu.
Çağlayan bölgesi de Şeherlilerin “nefes borusu”ydu… Ana yol üzerinde Çağlayan Parkı’nın karşısında Londra Pastanesi vardı. Gençler bu cadde üzerinde bir aşağı, bir yukarı yürüyüşler yaparlardı.
Buradan, Yusuf Kaptan Sahası’na geçtik Hasan’la… 60’lı yıllarda şehrin tek sahası… Futbol da, törenler de, yarışlar da hepsi burada yapılırdı… Başka bir spor alanı yoktu…
Bu sahada yuttuğum tozları anlattım kameraya… Spor kıyafetiyle “öğrenci” olarak resmi geçitlerimizi, arkasından mücahit üniformasıyla “asker” olarak silahlı gösterilerimizi anlattım… Albümümdeki sararmış fotoğraflarımızı paylaştım…
Hasan bu “video” ile, Vakfın yarışmasında birinci oldu. Kendisini kutluyorum.