Bugünlerde beni en çok üzen şeylerden biri şu babutsaların hali.
Bazı köylerde ağaçlar tamamıyla yok olmuş.
Ne yazık…
Babutsa…
Vaktinin gelmesini büyük bir sabırla beklediğim
Olgunlaştığı zaman da keyifle yediğim meyve.
Aslında en sevdiğim meyve!
Kurak ve sıcak yaz günlerini dayanılır kılan bir lezzeti var.
Rengi harika,
Görüntüsü harika.
Ah sevgili babutsalar, babutsasigalar…
Neler geldi başınıza böyle?
Nasıl becerdik de en dayanıklı şeyi bu beyaz canlılara bıraktık?
Ne ihtişamlıydı oysa ağaçların,
Ne güzeldi yeşil ve dikenli dalların, sarı, turuncu çiçek görünümlü meyvelerin ve tadın.
Babutsaları bizim yerli halklara benzetirim zaman zaman…
Asırlarca bu topraklarda boy gösterdi babutsalar.
Kurak alanları şenlendirdiler her daim. Yaz, kış, bahar demeden yeşil kaldılar.
Öyle ya da böyle yaşadılar.
Buraların en kök salmış sembollerinden biri oldular…
Tıpkı nesiller boyu buralarda doğan, yaşayan ve ölen insanlar gibi.
Özümüzdü babutsalar…
Zor koşullara alışkındı babutsalar. Kolay kolay fire vermezlerdi.
İnatla o lezzetli meyvelerini sıcaklık attıkça verip dururlardı.
Son zamanlarda pamuk hastalığı olarak da geçen bir bit dadandı dallarına.
Koca koca ağaçları deviriyor utanmadan o küçücük bedenleri ile.
Tıpkı sömürülen coğrafyalarda güçlünün hunharca naif kalmış canlılara saldırdığı gibi saldırıyor beyaz bit yerli babutsalara.
Ve babutsalar da insanlar da ‘dur’ diyemiyor ya da demiyor.
Son derece barbarca saldırıyorlar onlara.
Ve sonuna kadar tüketip yok ediyorlar koca koca ağaçları.
Özümüzü korumazsak, bu yok oluş kaçınılmaz olacak gibi geliyor bana.
Ani sıcaklılarla ortaya çıkabilen bir zararlıymış bu. Bitkilerin eklem yerlerine, gövdelerine yerleşirmiş.
Ama biraz zorlu olsa da doğal yöntemlerle onları ağaçlardan ayırmak mümkünmüş anladığım kadarıyla.
Bir sürü bilgi var bu konu ile ilgili bazı güvenilir internet sayfalarında.
“Unlu bit” diye de geçer biyoloji kitaplarında.
O zaman hep birlikte bir el atsak nasıl olur acaba?
Bu çağrı hepimiz için. Bu çağrı özümüz için.