Bu ülkede zamanın durduğu sık sık söyleniyor. Ebedi bir dönüş içinde aynı şeyleri tekrarlayıp duruyoruz.
Geçmişin çarmıhına gerilmiş bir ülke için bu elbette sürpriz değildir.
Fakat onca sarsıcı olaya rağmen aynı yerde, başlangıç noktasında duruyorsak hala, duran şeyin zaman olmaması gerektir.
Duran ve dondurulan zihniyetlerdir aslında.
Hiç değişmeyen zihniyetler…
Başlangıç sayılabilecek bir noktadan başlayalım ve nasıl hala aynı yerde durduğumuzu anlamaya çalışalım.
Kıbrıs Rum toplumu Self Determinasyon “hakkı benimdir” diyerek harekete geçtiğinde, 1950’li yıllardaydık.
Daha eskisi de var ama ben yolculuğumuzu 1950 Enosis Plebisitinden başlatayım.
Kıbrıs Türk toplumu, biraz da Kolonyal Efendi’nin uyarılarıyla, “senin varsa benim de var diyerek” Çifte Self Determinasyon tezini ileri sürdü.
Kıbrıslı Rumlarınki Yunanistan ile birleşme (Enosis) anlamına geliyordu.
Kıbrıslı Türklerinki ise adanın bölünmesi (Taksim) amacını güdüyordu.
Biri, bir toplumun diğer toplum üzerinde tahakküm kurmayı, diğeri ise ayrılmayı savlayan Self Determinasyon söylemleriydi bunlar…
Sonunda kavga kuruldu. Ölen öldü kalan kaldı.
Fakat ne biri, ne de diğeri özlediği Self Determinasyon uygulamasına kavuşamadı.
Ne Enosis gerçekleşti, ne de Taksim…
Dahası, ülkede kurulan bağımsız devletin anayasası iki talebi de yasakladı.
Gelgelelim, kimse buna aldırış etmedi.
Yeniden kavga kuruldu.
Self Determinasyon “hakkı benimdir” diyen Kıbrıs Rum toplumu diğer toplum üzerinde tahakküm kurma arayışını sürdürmeye devam etti.
Kıbrıs Türk toplumu da kendince ayrılmanın yollarını arayıp durdu.
Yine olmadı!
Geldik 1974 yılına…
Güçler dengesi değişti. Köprülerin altından çok su aktı.
Kıbrıs Türk toplumu, “benim için ayrılma zamanı geldi” dedi ve kimsenin kabul etmediği bir yol izlemeye koyuldu.
Kıbrıs Rum toplumu, güçler dengesinin aleyhine değiştiğini kabul etti ve bir bocalama dönemine girdi.
Enosisin, ya da kesin tahakkümün tarihe karıştığının farkındaydı ama ama Kıbrıslı Türklerle kurulacak ilişki konusunda kafalar karışıktı.
2004 yılına geldiğimizde Kıbrıs Avrupa Birliği üyesi oldu. Bu “başarı” kısmen AB üyesi Yunanistan’ın içeriden baskı ve tehditleriyle, kısmen de Türk diplomasisinin yanlışları sonucunda gerçekleşmişti.
Kıbrıslı Rumlar bunu karşı tarafa karşı bir zafer olarak gördü ve tahakkümcü eğilimler yeniden güçlendi.
Geldik 2020’li yıllara…
Kıbrıs Türk toplumu adına konuşanlar hala ayrılık peşinde koşuyorlar.
Kıbrıslı Rum elitler ise üstünlüğün kendilerinde olacağı bir çözümden söz ediyorlar.
Yani, yolculuğumuzu 1950’den başlatırsak, tam 74 yıldır zihniyetler hiç değişmedi.
Hiç kimsenin aklına, “biz ne yapıyoruz, neden bunca yıldır olmayacak duaların peşinden gidiyoruz” demek gelmiyor…
Geçtim öz eleştirel söylemeleri…
Şu basit soruyu bile soramıyoruz: Bu ülkede yaşayan Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkler, Ermeniler, Maronitle ve Latinler nasıl bir düzen içinde mutlu bir hayat sürdürebilirler?
Bu soruyu bu sadelikte sorabilseydik, sade bir yanıt bulabilirdik belki…
Ama bizim zihniyetimiz “basit” sorularla ilgilenmez.
Biz Büyük Anlatıları severiz…
İçinde somut insanların olmadığı Büyük Türklük ve Büyük Helenizm Anlatılarını…
“Basit” sorular ve “basit” yanıtlarla bir işimiz olmaz…
Zihnimiz Büyük düşünür çünkü!!!