Dünya gündemi haklı olarak Batı Avrupa’daki gergin siyaset ve Amerika’da yaklaşan seçimlerle meşgul. Buralarda aşırı sağın iktidara gelmesi durumunda tüm dünya etkilenir elbette. Yine de Doğu Avrupa gibi aşırı sağ iradeler için bir talim alanı olan bölgeleri de es geçmemek lazım. Batı’nın aksine, Doğu’da biri on yılı aşan (Macaristan), diğeri on yıla yaklaşan (Polonya) iki iktidar deneyimi var yüzyılımızda. Aşırı sağ bu yılları iyi değerlendirdi ve bölgenin havasını genel olarak değiştirdi.
Siyasi merkezin gücünü her zaman abartan ana akım medya (örneğin Reuters), bu bölgede aşırı sağa karşı kazanılan parlak zaferler duyurdu haziran başında. Oysa tablo hiç de öyle net değil. Avrupa Parlamentosu seçimleri, aşırı sağ için çok iyi geçmedi, doğru. Yine de bölgenin çoğunda iktidarı elinde tutan merkez sağ kadar, ona ana alternatif olan aşırı sağın da zeminlerini koruduğunu söyleyebiliriz.
Aşırı sağın on dört yıldır iktidarda olduğu Macaristan’da Fidesz yine birinci partiydi fakat oy düşüşü yaşadı. Parti yirmi yıldır Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aldığı en düşük oyu aldı. Ancak Orbán’ın ana rakibi Fidesz kökenli. Magyar adlı bu yeni siyasi yıldız “merkez sağ” olarak pazarlansa da Fidesz’in ideolojisine açıktan karşı çıkmıyor. Her an aşırı sağdaki kökenlerine dönebilir. Muhalefet Fidesz için sonun başladığını söylüyor. Fakat bu tarz açıklamaları yıllardır duyuyoruz. Temel bir toplumsal değişim yaşandığını söylemek için erken. Üstelik Orbán liberal değerlere karşı esip gürlemeye devam ediyor. Türkiye’dekiler dahil, dünya çapında aşırı sağcı çevrelerin kahramanı olmayı sürdürüyor böylece.
Polonya’da durum bir parça daha karmaşık. Hem merkez hem aşırı sağ seçimlerden sonra kendi zaferlerini ilan etti. Merkezdeki sevincin nedeni, sağ parti PiS’in on yıldır ilk defa seçimleri birinci parti olarak bitirmemesi. Merkez güçler 2023’te sekiz yıllık PiS yönetimini alaşağı etmişlerdi ama bu ancak bir koalisyonla gerçekleştirilebilmişti. Üstelik daha hemen 2024’ün başındaki yerel seçimlerde PiS yine birinci parti olarak siyasete kısmi hakimiyetini tazelemişti. O yüzden Tusk önderliğindeki merkezin sevinci anlaşılabilir. Fakat sağda da herhangi bir yenilgi hissi yok. Hem PiS oyları çok düşmedi hem PiS’in daha da sağındaki Konfederacja partisi oylarını yüzde 12’ye çıkardı (Geçerken ekleyelim PiS, Macaristan’daki Fidesz partisi kadar sağda değil). Şu anda aşırı sağın toplam oyu yüzde 48’de. Yani merkezdeki zafer hissi gayet yanıltıcı.
Bir dizi faktör daha vurgulanmaya değer: Başbakan Donald Tusk önderliğindeki KO, güvenlik ve göç konularında merkez sağ duruşunu kaybetmeden aşırı sağı taklit etmeye çalışıyor. Yani merkez hayli sağa kaymış durumda bu ülkede. Tüm bu taklide rağmen KO, PiS’ten ancak yüzde 1 daha fazla oy alabildi. Tusk’un “zafer” dediği, merkezle sağın iyice birbirinin içine geçtiği tablo bu işte. Sol merkezden farkını genel olarak kürtaj ve LGBTQ+ hakları üzerinden koyuyor. Ayrı bir sınıfsal hattı ya da devlet kurgusu yok. Neoliberal merkeze eleştiriler, daha çok sağdan geliyor Polonya’da.
Sağın iddialı olduğu ülkelerden biri, bir dönemlik (dört yıl) popülist iktidarın merkezi sarsmış göründüğü Çekya. Ancak “görünmüş” diyorum çünkü (Macaristan ve Polonya’daki durumun aksine) popülist parti ANO’nun merkezden ciddi bir ideolojik farkı yok. “Elite söylemsel olarak meydan okumak” anlamında popülist, evet. Ama ne ekonomik ya da siyasi programıyla merkez güçlerden ayrılıyor ne de iktidardayken elite ciddi bir saldırı gerçekleştirdi. Tek farkı, göç tehlikesini diğer partilerden daha da çok abartması. Ancak bu konuda somut politika değişikliği vaatleri zayıf. Çek popülizminin diğer bir sorunu da ülkenin diğer Doğu Avrupa ülkelerine göre daha az göç alması. Dolayısıyla, göçmenlere yöneltilen ama aslında başka sorunlardan kaynaklanan öfkenin gerçek sebeplerini saklamak, iyice bir cambazlık gerektiriyor. İşte bu öfkenin ifadesi olarak ANO’nun daha sağında toplam yüzde 10’dan fazla oy alan partiler var. Yüzde 10’a yakın oy alan bir sol parti bloku da merkeze diğer tehdit. ANO bu seçimlerde iktidardaki merkez sağ partiyi yendi ama buna sağın zaferi demek çok zor. Merkezin zayıflığı demek daha isabetli.
Romanya ise aşırı sağın ağır yenilgi aldığı ülkelerden biri oldu. Bulgaristan’da da sağ istediği yükselişi yaşayamadı. Yine de gücünü korudu. Slovakya’da kimilerinin sağcı, kimilerinin milliyetçi sol dediği (geçenlerde suikasta uğrayan) Foci beklemediği bir yenilgi aldı. Daha net bir ideolojik kimliği olan SPD ise oylarının yarısını kaybederek yüzde 5’e düştü.
Özetle, kıtanın geneline göre daha sağda olan Doğu Avrupa’da merkez sağ iktidarını koruyor ama aşırı sağ da ciddi bir siyasi ve ideolojik baskı unsuru olmaya devam ediyor. Seçimlerdeki ufak gelgitler yanıltıcı olmasın. Emek merkezli yeni bir hat kurulmadan, rüzgarın sağdan esmesini engellemenin yolu yok.