İnsanlık tarihi katliamlarla dolu. Bugün Gazze’de olanlar tarihte yaşananlardan halen ders alınmadığını ya da insanlığa karşı suçların halen topyekûn kınanmadığını gösteriyor. Hele bir de bu suçun soykırıma uğramışların torunları tarafından işlenmesi, insana olan güveni ortadan kaldıracak nitelikte. Yeryüzündeki yaşamın tehlikeye girdiği günümüzde, insanlığa karşı suçların yanı sıra, gezegene karşı suçların da tanınması, lanetlenmesi, cezalandırılmasının zamanı geldi de geçiyor.
Dün 6 Ağustos’tu. İki gün sonra 9 Ağustos. Bu iki gün, insanlık tarihi açısından “insanın insanı yok ettiği” en önemli iki gün. 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te Nagazaki’ye atılan atom bombaları ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından insanlığa ve gezegene karşı iki büyük suç işlendi. Hiroşima’da ilk anda 70 bin insan yaşamını yitirdi. İlerleyen yıllarda da radyasyonun ölümcül etkisiyle kanserden on binlerce insan öldü. İnsan eliyle yaratılan bu vahşet, Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerinde en az 350 bin insanın canına mal oldu. Japon yetkililere göre bu sayı yaklaşık 500 bin. Hayatta kalan “hibakuşa”lar da vücutlarında ileri düzeyde yanıklar, sakatlıklar ve psikolojik çöküntülerle yaşamlarını sürdürebildiler. Sayılar yalnızca insan kayıplarına ilişkin. İnsan dışındaki canlıların hesabı bile tutulmadı, ekosisteme verdiği zararlar göz ardı edildi. Bu insanlık dışı saldırı İkinci Dünya Savaşı’nın sonunu getirmişse de bu dahi yapılan gaddarlığın haklı gerekçesi olarak gösterilmez. Bu olay, “amaca gider her yolun mubah olmadığı”nı da gösterdi. Hiroşima ve Nagazaki bombalamaları, atom silahlarının insanlık âlemince mahkûm edilmesine yol açmışsa da halen tehlike geçmiş değil. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres bu konuda geçen yıldan bu yana küresel güvensizlik ve bölünmenin daha da derinleştiğini, bazılarının nükleer kılıcı bir kez daha pervasızca salladığını, dünyanın bu durumu kınama konusunda birlik olmasını, silahsızlanmayı hayata geçirmek için yeni çözümler bulması gerektiğini, söylemiş. Atom silahlarına ilişkin ortak bir yaklaşım benimsense de nükleer santraller için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bir kesim, nükleer santralleri “barışçıl” olarak nitelendirip, masumlaştırmaktadır. Halen nükleer silahlanma tehlikesi devam ederken, nükleer santrallerin hakikatini yansıtan sözler bu kaos ortamında kaybolup gitse de gerçekleri söylemekten vazgeçmemeli. Onlarca nükleer kazanın yanı sıra Çernobil ve Hiroşima felaketleri, nükleer santrallerin de güvenli ve barışçıl olmadığını göstermiş olmalı. Bu felaketlerin yanı sıra, bertaraf edilemeyen atıklarıyla nükleer santraller bugünkü ve gelecek kuşaklar için büyük tehdit oluşturuyor. Dünya yüzeyinde yaşanan yasadışı nükleer atık ticaretinden hiçbir ülke azade değil. Gaziemir’deki radyoaktif atıklar bunun bize en somut örneğini gösteriyor. Bu atıkları alandan uzaklaştırmaktan aciz bir yönetimin var olduğu ülkemizde Akkuyu’da nükleer santral inşaatı bitirilmek üzere. Santralın, sicili bozuk Rus Rosatom Şirketi tarafından yapılması kaygı verici bir başka etken. Rahatsız edici bir başka soru da Akkuya’da enerji santrali mi, yoksa Rusya’nın Akdeniz’de bir askeri üssü mü kuruluyor? Sözün özü ister silahı olsun ister enerji santrali olsun, nükleer, gezegene karşı suçun taammüden işlenmesinin elverişli bir aracıdır. Buna karşı çıkmak da bağımsız akıl ve vicdan sahiplerinin insanlık görevidir.