“İster savunma ister saldırı amaçlı olsun, insan öldürme eğitimi veren bir kurumun içinde olmak istemedim. İsrail-Filistin olaylarında binlerce insanın ölümü bize insanlık olarak bazı şeyleri tekrardan düşünmemiz ve bazı şeyleri artık kökten değiştirmemiz gerektiğini hatırlatmalı.İlla ülkeye bir şekilde hizmet etmem gerekirse, bunun eğitimini aldığım alanda gerçekten halkın yararına olacak şekilde yapmamın daha verimli olacağını düşünürüm ama sonrasında bu ülkede hiçbir şeyin halkın yararına yapılmadığı gerçeğini hatırlarım” dedi Mustafa Hürben ve vicdani reddini ilan etti.
Kıbrıs’ın yanı başında bir soykırım gerçekleşiyor. Kıbrıs’ta bulunan Amerikan ve İngiliz üslerinden uçaklar Filistin’i vurmak üzere kalkıyor. Kıbrıs halkları milliyetçilik ve dinle ayrıştırılırken, diplomatik düzeyde savaşın bizzat aktörü oluyor. Bu ilk değil, yıllarca Suriye savaşına Kıbrıs’ta bulunan üslerden kalkan bombaların yağdığını izledik. Akdeniz’in İncisi reklamları yapılırken, Kıbrıs sahillerine cesetler vuruyor ve “mülteci gemisi herhalde” demek normalleşiyor. Bu nedenle, tam da bu coğrafyada savaşın ortağı olmamak ve mücadele etmek çok daha fazla önem kazanıyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde yıllardır devam eden vicdani ret hareketi Mustafa’nın açıklamasında da söylediği gibi şimdi çok daha değerli.
– Mustafa’dan bu yazının devamında Musdaf olarak bahsedeceğim çünkü ona hiç Mustafa demedim, sordum o da kendini size “Musdaf” olarak tanıtmak istedi “d- ile ama” diye de ekledi. –
Musdaf, benim rastalarıyla tanıdığım ve sohbet etmeyi çok sevdiğim bir arkadaşım. Son 10 yılda en çok ne konuştuk diye sorsanız, “askerlik” derdim. Nasıl erteleyeceği, vicdani reddini ilan ederse ne olacağını defalarca kez konuştuk. Musdaf vicdani reddini ilan etti, mahkeme 800 TL ve ya hapis cezası verdi. Musdaf 3 gün cezaevine kaldı. Çıktığında biz de bir kez daha bu süreci konuştuk.
Geçtiğimiz aylarda birçok şeyi göze alarak vicdani rettini ilan ettin. Bu kararı alma sürecinden biraz bahsedebilir misin?
Göz önünde olan süreç son 3-4 ay gibi görünüyor ama aslında bu süreç benim için 18 yaşımda başladı. İlk askeri yoklamaya çağırıldığım gün, ben burada ne yapıyorum diye sorgulamaya başladım. Okumaya çalıştım, bu kurum nedir ve neden var, ben niye bu kuruma dahil olmak zorundayım diye. Liseyi bir şekilde bir gün bu olacak diye geçiriyorsun. Bir gün hep birlikte sizi Asal Şubeye götürüyorlar ve boyunuzu, kilonuzu ölçüyorlar. Sıraya geçtiğimiz anda orada olmak istemediğimi fark ettim. Üniversite sayesinde her yıl erteleyebildik. Her yıl bunu nasıl yapmam diye düşünürken karşıma vicdani ret diye bir şey olduğu çıktı. Bunu yapmaya mecbur olmadığımı anladım. Seçeneklerimden birinin kamu hizmeti olduğunu öğrendim ve baktım ki bizde böyle bir hak yok. Üniversiteden sonra ertelemeye yüksek lisans ve doktorayla ertelemeye çalıştım. Şans eseri COVID-19 sürecinde Bedelli Askerlik hakkı 6 bin Sterlin ödeyerek hiç askere gitmeme şeklinde düzenlendi, ben de bu haktan yararlandım. Eğer böyle bir şansım olmasaydı Vicdani retimi daha önce ilan ederdim. Kafamda hiç gitmeme fikri hep vardı.
Peki, bu fikir nasıl oluştu?
Bu birkaç boyutu olan bir düşünce, birincisi ideolojik olarak savaşa tamamen karşı olmak, savaş hazırlığının insan öldürmenin bir parçası olmak istememek ama diğer taraftan da sadece istemediğim için de bunu yapmama hakkımın olduğunu düşünüyorum. En temelinde kendimde en çok hissettiğim bir şeyi yapmak istemediğimde kesinlikle yapmamak. Devletin bu hakkı bana tanımak zorunda olduğunu düşünüyorum.
Bu söylemi ‘yapmak istememek’ üzerinden yürütmek, bizleri ‘yapmak isteyen yapsın’ gibi bir sonuca çıkarmıyor mu?
Bu toplumsal roller çerçevesinde bize dayatılan bir şey, bir kadına nasıl olması gerektiği toplum tarafından doğduğu günden beri aktarılıyorsa, bana da doğduğumdan beri erkek olduğum, bir gün mutlaka asker olacağım ve savaş hazırlığında olacağım anlatılıyor ve ben kendimi hiçbir şekilde bunun bir parçası olarak hissetmiyorum. Bir yandan ideolojik olarak karşı çıkarak en başa dönüp temel olarak isteyenlere de neden istememeleri gerektiğini anlatmak gerek. En başta doğduğunda eğitim hayatı boyunca öğretilen düşmanın neden oluştuğunu öğrenmesi gerekiyor. Düşmanlık duygusundan önce kendi duygularını anlamayı öğrenmesi gerekiyor.
Bu durumda sen Bedelli Aserlik dolayısıyla ödeme yaparak hiç askere gitmedin, ama bir şekilde tekrar “seferberlik” adı altında tekrar askere çağırılıyorsun. Bunu biraz anlatabilir misin?
Kıbrıs’ın kuzeyinde Vicdani Ret hakkı diye bir şey yok. Eğer Askerlik için vicdani rettini ilan edersen yaşanacak hukuki süreç çok daha ağır ve belirsiz olabilir. Bunun bir örneği 90’lı yıllarda yaşandı, bir kişi askere gitmeden vicdani rettini ilan etti ve hapse atıldı. Davası sonlanmadan 1 yıl boyunca hapiste kaldı, 1 yılın sonunda bir şekilde güneye geçti. Tam olarak ne olduğunu ya da kalsaydı ne olacağını bilmiyoruz. Ama şunu söyleyebiliriz ki vicdani rettinden 1 yıl sonra hala davasının sonucu bilinmiyordu. Bu çok ağır bir süreç. Bunun yanında birçok insan hukuksal olarak emsal teşkil edebilmesi için ‘seferberlik’ sürecinde vicdani rettini ilan ediyor. İlk olarak Murat Kanatlı, ardından Haluk Selam Tufanlı ve Halil Karapaşaoğlu vicdani retlerini ilan ederek seferberliğe gitmediklerinde hapis ve para cezası aldı.
Yani seferberlikte vicdani rettini ilan ederek bir şekilde bu süreci görünür kılmaktan ve ilerletmekten bahsedebilir miyiz?
Aslında tam olarak değil. Bakanlar kurulu her yıl ateşkes durumundan dolayı seferberlik ilan ediyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde seferberlik, bir ateşkes durumundan dolayı doğan savaş hazırlığı anlamına geliyor. Bu durum, zaten askere gitmekle aynı şekilde savaşın içinde olma halini reddetmekle aynı anlama geliyor. Seferberliğe gitmemekle başlayan vicdani ret süreci Murat Kanatlı’nın davasıyla 10 gün hapis cezasıyla başlayarak bugün minimum para cezası ve minimum hapis cezası şeklini aldı. Şu an üç kişinin davası da insan hakları mahkemesinde devam ediyor, onların dava sonuçlarına göre de süreç gelişip değişecek. Ancak bunun yanında benim davamda ilk kez Askeri Mahkeme Vicdani Ret’i tanıdı ve özgürlüğün kısıtlanmasına vurgu yaparak en düşük cezayı verdi.
Askeri Mahkeme sana 800 TL para cezası veya 3 gün hapis cezası verdi. 800 TL’yi ödemek ve cezaevine girmek arasındaki fark ne? 6 Bin Sterlin ödedikten sonra bu cezayı ödemeyip cezaevine girmeyebilirdin değil mi?
Bu tartışmaya açık bir konu, para cezasını ödeyip mücadeleni dışarıda devam ettirebilirsin. Ama parayı ödersek yaptığımız şeyin suç olduğunu kabul ediyoruz. Ama cezaevine girdiğinde o senin özgürlüğüne el koymuş oluyor. Ben özgürlüğümden tek bir gün bile kaybetmemek için önüme çıkan bir şansla para ödeyip askere gitmedim. Ama ben elime tek bir gün bile silah almamama, silah görmememe rağmen beni savaş hazırlığına çağırıyor ve gitmeyi reddettiğimde özgürlüğüme el koymaya devam ediyor.
***
Musdaf ile bu röportajımızdan hemen sonra Halil Karapaşaoğlu’na ikinci kez dava okundu. Askeri Mahkeme Vicdani Ret Yasası’nın Meclis’te görüşülmesine işaret ederek davayı Mart ayına erteledi. Uzun bir süredir, milliyetçiliğinden ödün vermeyen ama askerliğini bedelli olarak yapan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendilerine tanıdığı haktan dolayı Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olan milletvekilleri, ateşkes sürecini öne sürerek yasayı onaylamayı reddediyor.