“Geçmişle yüzleşme”, barışa giden yolda “olmazsa olmaz”lar arasında olmalıdır diye düşünüyorum. Bu konuda ne kadar çok çalışma yapılırsa, adamızda bir barış kültürünün oluşturulmasına o kadar yakın olacağız kanısındayım…
“Geçmişle yüzleşme”den kastettiğim nedir? Kıbrıs’ta 1950’li yıllardan başlayarak 1963-64’te ve bundan sonraki on yıl içinde 1974’e kadar olan süreçte yaşananların açığa çıkarılarak Kıbrıs’taki tüm toplumların dikkatine getirilmesidir. Çünkü her bir “taraf”, yaşananları kendince yorumlayarak, kendini olayların “tek kurbanı” olarak görerek ve kendi “tarafını” hiç suç işlememiş, elini hiç kana bulamamış, “sütten çıkmış ak kaşık” gibi göstererek yaşanmış olayları bastırmakta, bunları görmezden gelmekte, içinden yalnızca kendi işine geleni cımbızla çekip çıkarmaktadır. Gerek Kıbrıslıtürk, gerekse Kıbrıslırum “tarafı”nın egemen çevreleri, Kıbrıs sorununda yalnızca kendilerinin “mağdur edildiğini” ileri sürmekte ve “öteki tarafın acısını” tümüyle görünmez kılmaktadır. Tüm yapılanlar da bu temel çarpık anlayış çerçevesinde yapılıyor: Okullardaki eğitim, açıklamalar, törenler, anma etkinlikleri, kültürel etkinlikler, hep kendi taraflarının “haklılığını” kanıtlamak maksadıyla düzenlenmiştir. Hatta iki “taraf”, bu süreçte çok büyük acılar çeken ve ağır bedeller ödeyen Kıbrıslıermeniler, Kıbrıslımaronitler ve Kıbrıslılatinler’i de görmezden geliyor, onların acılarını da görünmez kılıyor…
GÖRÜNMEZ KILINANLAR…
Her iki “taraf” da kendi “taraflarının”, kendi toplumlarından insanları sırf farklı düşünüyorlar diye terörize ettiğini, onlara işkence ettiğini, onları öldürdüğünü itiraf etmek istemiyor, bu konuyu “geçitiriyor” yıllardır. 1958’li yıllarda sırf solcu oldukları için öldürülmüş olan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar, terörize edilerek yurtdışına kaçmaya zorlananlar, yıllarca yurduna dönemeyenler olmuştur. 15 Temmuz 1974’te de EOKA-B’ciler Yunan cuntası önderliğinde Kıbrıs’ta Makarios’a karşı darbe yaparak, pek çok Kıbrıslırum solcuyu öldürmüş, Makarios taraftarlarını terörize etmişti… Tüm bunların da “geçmişle yüzleşme”nin önemli bir parçası olması gerekir ve herşeyin konuşulması gerekir…
GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYLE BİR ARAYA GELMEK…
“Geçmişle yüzleşme” aslında toplumlarımızın bir araya getirilmesinin bir başka biçimidir… Toplumlarımızdan insanlar bir araya getirildiğinde ve bu belli bir çerçeve içerisinde gerçekleştirildiğinde, hem karşılıklı anlayışın oluşmasına, hem de bir barış kültürünün kurulmasına katkıda bulunulur…
NELER YAPILDI…
Kıbrıs’ta gerek “iki toplumlu”, gerekse “çok kültürlü” anlamda “yüzleşme” çabaları farklı grupların çabalarıyla yıllardır sürdürülüyor…
Bu konuda “Geçmişle yüzleşmeye” dair yapılmış olan çalışmaların kısa bir tarihçesini 2016 yılında bu sayfalarda özetlemeye çalışmıştık. Bunu biraz daha genişleterek tekrar yayımlamak ve yapılanları hatırlatmak istiyoruz unutanlar ya da bilmeyenler için… Eksiklerimizi eminim okurlarımız tamamlayacaktır – mutlaka eksiklikler olabilir, bunun için de okurlarımızın katkılarını bekliyoruz…
Elbette bu listelere sırf “proje parası almak” maksadıyla kurulmuş ve aslında toplumlarımızda fazlaca bir yankı yaratmayan, toplumlarımızdan çok kendi egolarına ya da kendi ceplerine hizmet eden grupları dahil etmedik. Onların gerçek anlamda “yüzleşme”yle bir ilgileri yok çünkü…
AYSOZOMENO OLAYLARI…
İlk yüzleşme denemesi Kıbrıslırum film yönetmeni Panikos Hrisantu tarafından Aysozomeno (Arpalık) hakkında çektiği bir filmdi. Bazı Kıbrıslırum fanatikler tarafından tümüyle yok edilmiş olan bu köyü gördüğünde Panikos Hristangu “İşte bu, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın ilişkisinin özeti… Eğer Kıbrıs’ta barışı inşa etmek istiyorsak, acılarımızdan, bu yıkımdan hareket etmeliz” diyerek bu belgesel filmi yaptı.
DUVARIMIZ…
Panikos Hristantu, ardından Kıbrıslıtürk akademisyen Niyazi Kızılyürek’le tanıştı. İki toplumlu ilk “yüzleşme” denemesi, Panikos Hrisantu ile akademisyen Niyazi Kızılyürek tarafından 1990’lı yıllarda çekilen “Duvarımız” filmi oldu. Bu filmde, o güne kadar iki toplumlu biçimde daha önce sinemada ele alınmamış “kayıplar” ve diğer “tabu” konular ele alındı… Her iki toplumdan insanların yaşadıklarını anlattıkları bu ilk ortak belgesel dünyada çok iyi karşılandı ancak Kıbrıs’ta başına gelmedik kalmadı. Kıbrıslırum devlet televizyonu RİK bu filmi göstermedi, yıllar sonra BRT bu filmi göstermeye kalkınca, BRT müdürü aleyhine aşırı sağcı Kıbrıslıtürk basını tarafından yürütülen yoğun karalama kampanyası sonucunda o günlerin BRT Müdürü Hüseyin Gürşan görevinden alındı/ayrıldı. 2016’da “DUVARIMIZ” filmi, YENİDÜZEN ve POLİTİS gazetelerinin işbirliğiyle Lefkoşa’da POLİTİS gazetesi yanında bir duvar üzerinde halka açık olarak gösterilerek ortak barış mesajı verildi…
TEMAS GRUBU, BARIŞ DERNEĞİ, BARIŞ KONSEYİ…
1980’li yıllarda “İki Toplumlu Temas Grubu”, iki toplumdan aydınların ve aktivistlerin bu konuda birlikte kafa yorduğu önemli insiyatiflerden biriydi… Yine 1980’li yıllarda iki toplumdan Kıbrıs Türk Barış Derneği ile Barış Konseyi bu konuda çeşitli faaliyetler yürüttüler… Tüm bu temaslar, barikatların kapalı olduğu, geçişlerin çok ama çok zor olduğu koşullarda yapılmaktaydı…
ÇATIŞMALARIN ÇÖZÜMÜ SÜRECİ…
Bundan sonraki “yüzleşme” denemeleri, 1994-1997 yılları arasında iki toplumlu çatışmaların çözümü (conflict resolution) gruplarında çok yoğun biçimde yaşandı. Barikatların henüz açık olmadığı ve Lefkoşa’da ara bölgede bulunan Ledra Palace Oteli’ne gitmek için yetkili makamlardan “izin” gerektiği koşullarda, iki toplumlu çatışmaların çözümü gruplarında Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar birbirlerine yaşanmışlıklarını anlattılar. Oluşturulan pek çok grupta, Kıbrıs’taki çatışmaların ardında yatan nedenler, barışa giden yolda atılması gereken adımlar, her grubun özelliklerine göre (eğitimciler grubu, kadın grupları, gençlik grupları) ele alınarak ortak birer vizyon oluşturulmaya çalışıldı ve her grup kendi aktivitelerini düzenlemeye çalıştı…
KADIN PLATFORMU…
1995-2000 yılları arasında beş Kıbrıslıtürk kadın örgütünün oluşturduğu “Kadın Platformu” döneminde de “yüzleşme” çabaları Ledra Palace’ta düzenlenen iki toplumlu kadın grubu toplantılarına katılımla sürdürüldü. Buraya evladını kaybetmiş, babası “teşkilat” tarafından öldürülmüş kadınlar katılarak yaşanmış olan acıları paylaştılar, ortak bir vizyon oluşturulmasına katkıda bulunmaya çalıştılar… Kadın Platformu’nun beş yıllık faaliyetleri süresince, kadınların gerek kırsal, gerekse kentsel alanlarda eğitim programlarında bu konu da ele alındı ve temel eğitim programının parçası oldu.
BARIŞ İÇİN KADIN İNSİYATİFİ…
“Kadın Platformu”nun sona ermesiyle birlikte 2000 yılından itibaren üç Kıbrıslıtürk kadın örgütünün oluşturduğu “Barış İçin Kadın İnsiyatifi” de yüzleşme çabalarını başka bir boyuta taşıyarak, yurtdışında benzer süreçler yaşamış olanların, örneğin Kuzey İrlanda deneyimlerinin Kıbrıslıtürk kadın hareketine seminerlerle aktarılmasını sağladılar…
GENÇLİK GRUPLARI…
İki toplumlu çatışmaların çözümü (conflict resolution) gençlik grupları da “yüzleşme” konusunda Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum gençler arasında ilk adımların atıldığı gruplar oldu. “YEP” Grupları uzun süre – henüz barikatlar açık olmadığı için – Ulus Irkad, Ekrem Varoğlu, Sarper İnce ve Nikos Anastasiu’nun eğitmenliğinde geçmişte yaşananları birlikte aldılar, okullarda okutulan “tarih kitapları”nda anlatılmayanları birbirlerinden öğrendiler…
Gençlik grupları daha sonra “Cyprus Friendship Programme”a (“Kıbrıs Dostluk Programı”) dönüşerek geliştirildi ve geçmişte yaşananlar iki toplumdan gençlerle ele alınmaya ve bu alanda çeşitli etkinlikler yapılmaya devam ediliyor… Gençler “Elders” grubuyla ve iki toplumdan “kayıp” yakınlarıyla da belgesel bir film çekimine katıldılar, tüm “kayıplar” için her yıl çeşitli anma etkinlikleri düzenlediler.
IKME VE BİLBAN’IN ÇALIŞMALARI…
2000’li yıllarda Kıbrıslırum araştırma enstitüsü İKME ile Kıbrıslıtürk araştırma enstitüsü BİLBAN, ilk iki toplumlu “sözlü tarih” çalışmasıyla ada çapında Kıbrıslıtürkler’in ve Kıbrıslırumlar’ın yaşadıkları iyi ve kötü anıları belgesel filmler şeklinde toparladı ve bunları bir “database” oluşturarak isteyen, ilgi duyan araştırmacılara sundu. İKME ve BİLBAN’ın yüzleşmeye dair çalışmaları nihayetinde “Cypriots’ Voice” yani “Kıbrıslılar’ın Sesi” grubuna dönüştü. Bu grup uzun yıllardan beridir çalışmalarını, buluşmalarını, bilgilendirme toplantılarını sürdürüyor… Alekos Tringidis ve Rasıh Keskiner’le Alpay Durduran’ın başlattığı bu çabalar halen devam ediyor…
YKP GENÇLİK VE YÜZLEŞME…
Yine 2000’li yıllarda YKP Gençlik çeşitli dizi toplantılar ve iki toplumlu seminerler ve atölye çalışmalarıyla “yüzleşme” denemelerini ele aldı… Bunlar gerek iki toplumlu, gerekse Kıbrıslıtürk toplumu içinde yaşanmış “faili meçhul” cinayetler konusunda düzenlenen etkinlikler ve atölye çalışmalarıyla sürdürüldü… Derviş Ali Kavazoğlu ve Kosta Mişaulis’in yanısıra 1958’de öldürülen Fazıl Önder gibi aydınların anıldığı toplantıları Kıbrıs’ın kuzeyinde ilk kez YKP Gençlik gerçekleştirdi… Bu konudaki “tabular” yıkılınca, başka sol gruplar da bundan cesaret alarak bu aydınları çeşitli şekillerde anmayı sürdürdüler… Demokrasi Şehitlerini Yaşatma Derneği de bu konuda çeşitli faaliyetlerde bulunuyor. İngiltere’de Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği’nin AKEL’in Londra örgütü ve bazı sol Kıbrıslırum gruplarla birlikte düzenlediği ortak anma toplantılarında da özellikle kendi “taraflarınca” öldürülmüş Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar anılıyor…
POST’UN ÇALIŞMALARI…
Project Oriented Searching Team yani POST adlı grup da (hatırladığımız kadarıyla Hakan Karahasan, Mehveş Beidoğlu gibi isimler vardı bu grupta), iki tarafın tarih kitaplarını ve eğitimdeki “ötekileştirmeyi” inceleyen ilk gruplardan biri olmuştu… POST da bir dönem oldukça faaldi ve “yüzleşme” konusunda önemli katkılarda bulunmuşlardı…
SINIRI AŞAN ELLER…
1990’lı yılların sonu ile 2000’li yılların başlarında ilk iki toplumlu kadın örgütü “Sınırı Aşan Eller” (“Hands Across the Divide”) oluşturulurken çeşitli atölye çalışmalarında toplumların geçmişte yaşadığı travmalar, acılar, sıkıntılar ele alındı… Kadınların oluşturduğu iki toplumlu “Barış Otobüsü” Kıbrıs’ın çeşitli bölgelerine birlikte ziyaretler düzenleyerek o bölgelerde yaşanmış acıları birlikte öğrendiler, köylülerle sohbet ettiler, her gittikleri yere birer zeytin ağacı diktiler. “Sınırı Aşan Eller”, bir toplu mezara bir zeytin ağacı dikerek her yıl Oroklini’de “kayıplar” için anma etkinliklerini Oroklini’den ilerici gençlik örgütü NEA YENYA ile birlikte düzenlediler… “Kayıp otobüs”te bulunan 11 “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün ailelerini de köye götürerek, burada Oroklini’den ilerici Kıbrıslırumlar’la bir araya gelerek acılarını paylaşmalarını, sevdiklerini birlikte anmalarını sağladılar. Ünlü araştırmacı yazar Cynthia Cockburn de bu iki toplumlu örgütle ilgili “The Line”, “Hat” adlı belgesel nitelikli bir kitap yayımladı… “Sınırı Aşan Eller”, çektiği çeşitli küçük filmlerle barışseverlerin öykülerini anlatmayı sürdürdü…
YENİDÜZEN VE POLİTİS’TE ANLATILMAMIŞ ÖYKÜLER…
“Yüzleşme” sürecinde YENİDÜZEN gazetesinde yer alan yazılarımız da önemli bir rol oynadı… 2001 yılından başlayarak “kayıplar, “toplu mezarlar”, savaş sırasında tecavüzler, Kıbrıs’ta yaşanmış korkunç acılar, savaş sırasında birbirini kurtaranlar, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’dan başka Kıbrıslıermeniler’in, Kıbrıslımaronitler’in, Kıbrıslılatinler’in gerek 1963, gerekse 1974’te yaşadıkları, tanıklıklarla, röportajlarla, okurlarımız için oluşturduğumuz “ihbar hattı”yla son 23 yıldır devam eden bambaşka bir sürece yol açtı… YENİDÜZEN’le birlikte ALITHIA, kısa süre FİLELEFTHEROS ve yıllardır POLİTİS’te yayımlanan yazılarımız, toplumlarımızın yaşadıklarının açığa çıkarılmasına, insanların bu gerçek hayat öykülerinden etkilenmesine ve onların da bu sürece kendi bildikleriyle katkıda bulunmalarına yol açtı…
İNCİSİNİ KAYBEDEN İSTİRİDYELER…
2005 yılında “İncisini Kaybeden İstiridyeler” başlıklı “kayıplar”ın ve “toplu mezarlar”ın ve Kıbrıs’ın anlatılmamış öykülerinin anlatıldığı kitabımız yayımlandığında, bu kitabı köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaştırarak, yanımızda her zaman Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıp” yakınlarının insanları konuşmaya, anlatmaya, geçmişle “yüzleşme”ye davet etmeleriyle başka bir boyuta girildi… Bu süreçte insanlar o güne dek hiç anlatmadıkları iyi ve kötü anılarını, olası gömü yerlerini, cinayetleri, esirlik dönemlerinde yaşananları, savaşlardaki tecavüzlere nasıl tanık olduklarını anlatmaya başladılar… Bu süreçte gerek okurlarımız için “ihbar” hattı, gerekse tüm bu süre boyunca ilk kez bir araya getirmiş olduğumuz “kayıp” yakınlarının ortak bir örgütlenmeye gitmesi, “yüzleşme” bakımından önemli adımlardı. Kitabımızı Rumca ve İngilizce olarak da yayımlayarak Kıbrıs’ın güneyinde de çeşitli etkinliklerde insanlarla bir araya geldik ve geçmişle yüzleşmelerine yardım etmeye çalıştık…
BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ…
İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Katliam Kurbanları örgütü “Birlikte Başarabiliriz” 2006 yılında faaliyete geçti. Her iki toplumdan “kayıp” yakınlarının yanı sıra, yakınlarını Muratağa-Atlılar-Sandallar ve Palekitre ile Galatya katliamlarında kaybetmiş Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar, okulları birlikte ziyaret ederek, çeşitli köylerde ve kentlerde halka açık etkinlikler düzenleyerek geçmişle iki toplumlu biçimde yüzleşmede aktif rol oynamaya başladılar. Gençlerin iki toplumlu yaz kamplarına, atölye çalışmalarına katılarak, geçmişte neler yaşandığını ve barışın neden gerekli olduğunu anlatmayı sürdürdüler. Bu çabalarından ötürü “Birlikte Başarabiliriz” örgütünden Muratağa katliamında tüm ailesini kaybetmiş Hüseyin Rüstem Akansoy ile Palekitre katliamında tüm ailesini kaybetmiş Petros Suppuris Avrupa Parlamentosu tarafından “Avrupa Yurttaşlık Ödülü”ne layık görüldüler. Biz de onlardan birkaç yıl sonra bu alandaki çabalarımız nedeniyle aynı ödüle layık görüldük.
SAVAŞA HAYIR KOALİSYONU…
Tüm bu süreçte önemli rol oynayan bir diğer örgütlenme ise, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum ilerici örgüt ve sendikaların katkılarıyla oluşturulan “Savaşa Hayır Koalisyonu”nun faaliyetleri oldu. Barikatların açıldığı 2003 yılından itibaren önemli etkinliklere imza atıldı. Toplu mezarlara ziyaretler, geçmişle “yüzleşme” konusunda konferanslar, film gösterimleri, “kayıp” yakınlarının ve katliam kurbanlarının tanıklıklarıyla iki toplumlu “yüzleşme” için adımlar atılmaya devam edildi.
Aslında “Savaşa Hayır Koalisyonu”nun itici gücü İşçi Demokrasisi grubu idi. Bir Kıbrıslırum sol grup olan İşçi Demokrasisi, kendi gazetesinde henüz 1980’li yıllardan başlayarak Muratağa-Atlılar-Sandallar ve Dohni katliamları gibi katliamlardan söz ederek, Köfünye olaylarını gündeme getirerek dikkat çeken önemli bir sol gruptur. Grubun liderleri Dinos Ayiomammidis, Fedon Vasiliadis gibi arkadaşlarımızdı ve onlar bu çabalarını hala sürdürüyorlar.
“Savaşa Hayır Koalisyonu”yla birlikte İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Katliam Kurbanları Örgütü “Birlikte Başarabiliriz”, Lefkoşa’da Uzunyol’daki Barış Holü’nde “Savaşta birbirini kurtaranlar” için bir ödül gecesi düzenleyerek, savaş esnasında tecavüzleri durduran, birbirini koruyan, bazıları hayatta, bazıları hala “kayıp” olan bazı Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar’ı birer plaketle ödüllendirdi. Gece “Açık mikrofon” şeklinde insanların bildiklerini paylaştıkları en dokunaklı gecelerden birine dönüştü…
“Savaşa Hayır Koalisyonu”yla birlikte İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Katliam Kurbanları Örgütü “Birlikte Başarabiliriz”, Kondea’da (Türkmenköy) Barış Parkı’nda düzenlediği bir gecede de “kayıplar”ın bulunmasına aktif katkıda bulunan ve isimlerinin açıklanmasında sakınca görmeyen bazı Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ı ödüllendirdi. Kondea Barış Parkı’ndaki gecede, onlardan geride kalanların bulunmuş olduğu “kayıplar”ın ve “toplu mezarlar”ın öyküleri anlatıldı.
ÇAMUR VE PARALEL YOLCULUKLAR…
Bu süreçte Kıbrıslıtürk film yönetmeni Derviş Zaim de “Çamur” ve Panikos Hrisantu’yla birlikte yaptığı “Paralel Yolculuklar”, ayrıca “Gölgeler ve Suretler”le “yüzleşme” sürecine filmleriyle katkıda bulunmayı sürdürdü. Kıbrıslırum gazeteci Sulla Hacıkiriaku da bu süreçte RIK için çektiği çeşitli belgesellerle “yüzleşme” sürecine katkı yapmaktaydı…
PAYLAŞTIĞIMIZ ISLAK VE BEYAZ MENDİL…
“Kayıp” yakını Leyla Kıralp da “yüzleşme” sürecine kendi yaşam öyküsünü anlattığı “Paylaştığımız Islak ve Beyaz Mendil” başlıklı kitabıyla katkıda bulundu. Dohni katliamında yitirdiği eşi için köyü Tatlısu’da (Mari) tüm “kayıplar” anısına bir anıt-mezar inşa eden Leyla Kıralp, POGO’nun organizasyonuyla pek çok etkinliğe katılarak yaşadıklarını anlattı ve “yüzleşme” sürecine önemli katkılarda bulundu ve bulunmaya devam ediyor…
ONA SELAM SÖYLE…
Yüzleşme sürecine çok önemli bir katkı da Dr. Derviş Özer’den geldi… “Ona Selam Söyle” başlıklı öykü kitabında ağırlıkla “kayıplar”, savaşta yaşanmış olanlar, tecavüzler üstünde durarak bu konuların görünür olmasını sağlamaya çalıştı. Dr. Derviş Özer ayrıca savaş ve çatışmalar esnasında diğer toplumdan insanların hayatlarını kurtaranların heykellerini de yaptı. Bu heykeller hala konulacakları bir yeri bekliyor çünkü her iki taraf da bu heykellerin dikilmesinden ürküyor, korkuyor…
NİLGÜN GÜNEY’İN BARIŞ ÇABALARI…
İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Katliam Kurbanları Örgütü “Birlikte Başarabiliriz”, iki toplumdan ressamları, Nilgün Güney Atölyesi’nde sekiz ay sürecek atölye çalışmalarında “kayıplar” ve “toplu mezarlar” konusu etrafında bir araya getirdi… Bu süreçte iki toplumdan “kayıp” yakınları ve katliamlarda yakınlarını yitirmiş, vurulup öldü sanılarak sağ bırakılmış Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar ressamlara yaşadıklarını anlattılar… Ressamlar birlikte toplu mezarları ve “kayıp” yakınlarının evlerini ziyaret ederek bundan sonra resimlerini çizmeye giriştiler. “Gerçeğin Rengi” (“Color of Truth”) başlıklı bu sergi Lefkoşa’da ara bölgede Goethe Enstitüsü’nde iki “kayıp” yakını tarafından açıldı ve o kadar büyük ilgi gördü ki, serginin kapanışı ertelenerek uzatıldı… Sergiye resimleri ve eserleriyle Ferah Saffet Kaya, Zeynep Uzun, Eda Gökçe, Mehtap Önem, Aydan Lisaniler, Deniz Tevfik, Adi Atassi, Zalihe Şakir, Hrista Andoniu, Gaia Zaccagni, Simoni Simienidu ve Sofia Hacıbaba katılmıştı. Bu sergiden Palekitre katliamına ilişkin resimler, daha sonra Palekitre Kulübü’ne düzenlenen bir etkinlikle armağan edilmiş bulunuyor. Sergideki hiçbir eser satışa sunulmadı ve sergi, tümüyle gönüllülük temelinde, herhangi bir projenin parçası olmaksızın gerçekleştirildi.
Ressam Nilgün Güney, her daim barış için uğraş veren bir sanatçı olarak pek çok iki toplumlu etkinliğin organize edilmesini sağlamıştı. EMAA’nın kurucusu olan Nilgün Güney, barikatların açıldığı dönemde her ay mutlaka bir iki toplumlu etkinlik düzenlenmesini sağlıyor ve iki toplumdan sanatçıları bir araya getiriyordu… Bugünlerde Nilgün Güney, sonbaharda açılacak geçmişle yüzleşmeye ve geleceğe bakmaya dair yeni bir karma sergi için organize komitesinde aktif biçimde çalışıyor…
GEÇMİŞLE YÜZLEŞME VE SANATÇILAR…
Geçmişle yüzleşmeye dair çabalarıyla ilgili olarak rahmetlik Mihalis Kirlitças’tan da söz etmek gerekir. Mihalis Kirlitças, Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamıyla ilgili resimlerini henüz 1980’li yıllarda yapıp sergilemiş ve ağır saldırı altında kalmıştı. George Gavriel, son dönemin Kıbrıslırum ressamlarından ve her bir resmi ayrı bir tartışmaya yol açıyor. Özellikle Kıbrıslırum Ortodoks Kilisesi’nin üst katmanlarına yönelik eleştirel resimleri, dikkat çekiyor. George Gavriel’in Grivas heykelini bir çöp sepeti içerisinde gösterdiği ya da Grivas heykeline bir köpeğin çişini yaparken gösterdiği resimleri oldukça dikkat çekici. George Gavriel de bu tür yüzleşme çabaları içeren resimleri nedeniyle Kıbrıs’ın güneyinde kovuşturmaya uğramış ve öğretmenlikten atılmak istenmiş… Yüzleşmeye dair duruşu ve karikatürleriyle Serhan Gazioğlu, Musa Kayra ve Hüseyin Çakmak’ın katkılarını da burada anmak gerek… Seramik sanatçısı Fotos Dimitriu’nun çabalarını da hatırlamak gerekiyor…
GENÇLERE EĞİTİM…
2015-2016 yılarında Kıbrıslırum ilerici gençlik örgütü EDON ve İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Katliam Kurbanları Örgütü “Birlikte Başarabiliriz” yedi atölye çalışmasıyla 500 kadar Kıbrıslırum gence geçmişle yüzleşme, “kayıplar”, “toplu mezarlar” konusunu anlatan atölye çalışmalarını Lefkoşa, Leymosun, Baf, Larnaka, Pervolya’da düzenlediler. Bu etkinliklere iki toplumdan “kayıp” yakınları ve yakınlarını katliamlarda kaybeden Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar katılarak gençlere yaşanmış olanları anlattılar, gençlerle birlikte neler yapılabileceğini konuştular. EDON ve CTP Gençlik’le birlikte İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Katliam Kurbanları Örgütü “Birlikte Başarabiliriz”, 2015 yılının Şubat ayında her iki toplumdan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum gençlerle “kayıp” yakınlarını buluşturdular, Kıbrıs’ta geçmişte yaşanmış ancak gençlerin duymadığı, bilmediği katliamları, “kayıp” öykülerini aktardılar… 500 gence yönelik bu “yüzleşme” süreci bir yıl boyunca devam etti…
Bu büyük programı çok değerli arkadaşımız, kendisi de bir “kayıp” yakını olan Elias Demetriu ile birlikte yürütmüştük… Elias o dönem EDON’un liderlerindendi. Şimdilerde benzer faaliyetleri AKEL Yeniden Yakınlaşma Bürosu sorumlusu olarak sürdürüyor… Onunla bu konularda yeni etkinliklere imza atmayı hedefliyoruz…
İKİ TOPLUMLU BARIŞ İNSİYATİFİ’NİN ÇABALARI…
2009 yılından bu yana bazı ilerici Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum örgütler ve sendikaların oluşturduğu “İki Toplumlu Barış İnsiyatifi” de “yüzleşme” konusunda özellikle Lefkoşa’da ara bölgede çeşitli etkinliklere imza attı… İki Toplumlu Barış İnsiyatifi-Birleşik Kıbrıs’ın “Birlikte Başarabiliriz” örgütüyle birlikte her yıl Temmuz ayında ara bölgede geçmişle yüzleşme ve özellikle “kayıplar”ın bulunması, iki toplumun yakınlaştırılması konularında olağanüstü çaba harcayanların ödüllendirilmesini sürdürdü.
TARİHSEL DİYALOG VE ARAŞTIRMA DERNEĞİ…
İki toplumlu eğitmenler grubuyla 1994-1997 yıllarında çatışmaların çözümü (conflict resolution) sürecinde başlayan ve giderek genişleyerek ve değişerek bugünün Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği (AHDR) de “yüzleşme” konusunda pek çok somut adımın atılabilmesini sağladı. Lefkoşa’da ara bölgedeki Dayanışma Evi, gerek Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın, gerek Kıbrıslıermeniler’in, Kıbrıslımaronitler’in yaşanmışlıklarını anlatabildikleri ve geçmişle “yüzleşme” çabalarına katkı koydukları bir mekana dönüştü. Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği, her iki toplumdan öğretmenleri bir araya getirerek geçmişi nasıl ele alabilecekleri konusunda seminerler düzenledi, çeşitli konularda, örneğin “kayıplar” konusunda öğretmenler için üç dilde – Türkçe, Rumca, İngilizce – kitaplar yayımladı… Bu faaliyetleri nedeniyle AHDR uluslararası alanda bir de ödül kazandı: Max van der Stoel ödülü…
YENİ KIBRISLILAR DERNEĞİ’NİN ÇABALARI…
Yeni Kıbrıslılar Derneği de “yüzleşme” konusunda çeşitli dönemlerde çeşitli etkinliklere imza attı, her iki toplumdan üyeleriyle birlikte faaliyetlerde bulundu… Yeni Kıbrıslılar Derneği ayrıca bu konularda çaba gösteren aktivistleri de her yıl geleneksel olarak ödüllendirmeyi sürdürdü.
DOĞUŞ DERYA’NIN ÇABALARI…
“Yüzleşme” konusunu gündeme getiren FEMA’dan Aslı Murat ve Doğuş Derya, özellikle Dünya Kadınlar Günü çerçevesinde etkinlikler düzenledi. FEMA lideri, aktivist milletvekili Doğuş Derya da, “yüzleşme” konusunu Meclis konuşmalarına taşıyarak, konunun tartışılmasını sağladı… Aslı Murat, zaman zaman bu konudaki makaleleriyle dikkat çekiyor… KIBES ile Yunanistan’da yaşayan Kıbrıslırumlar’ın örgütü, “yüzleşme” konusunda çeşitli etkinliklere imza attılar.
DAYANIŞMA’NIN FAALİYETLERİ…
2016 yılında “Dayanışma” grubu, “yüzleşme” konusunu çeşitli makaleler ve Kayıplar Komitesi’nin ara bölgedeki antropoloji laboratuarına iki toplumdan aktivistlerle birlikte ziyaret ve ortak açıklamayla ele almaya başladı… Bu hareket de çok kısa süreli olup kaybolup gitti ancak faaliyette olduğu dönem içinde “yüzleşme”ye dair açıklamalarıyla dikkat çekti…
SOL HAREKET VE GÖNYELİ PROVOKASYONU…
“Geçmişle yüzleşme”ye dair bir diğer önemli etkinlik de Sol Hareket tarafından geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirdi. O da Kıbrıs’ta ilk “provokasyon” olan Gönyeli katliamının, katliamın gerçekleştirildiği yerde anılmasıydı. Sol Hareket üyeleri, dönemin İngiliz sömürge yönetiminin provokasyonları sonucu Gönyeli’de öldürülen savunmasız Kıbrıslırum sivillerin öldürüldükleri yere karanfiller bıraktılar ve her yıl Haziran ayında bildiri yayımlayarak bu konuyu gündeme taşıdılar…
GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYİ ELE ALANLAR…
“Yüzleşme” konusuna araştırmaları, yazıları, kitapları ve romanlarıyla önemli katkı yapanlar araştırmacı/yazarlar, gazeteciler, sosyal medyada çeşitli sayfaları yönetenlerden de sözetmek gerekiyor. Bunlar arasında “Geçmişle yüzleşme”ye malzeme sağlayabilecek araştırmaya dayalı kitaplar ve makaleler kaleme alan Mete Hatay, Halil Sadrazam, Ahmet Cavit An, Makarios Druşodis, Ulus Irkad, George Kumullis, Murat Kanatlı, Güven Uludağ/Osman Yağız Kırmızı/Koral Özkoraltay, Remzi Halluma, Kiriakos Cambazis, İbrahim Aziz, Elias Pandelidis, Maria Hacıbavlu, Keti Kliridis, Panikos Neokleus, Rena Hoplaru, Anna Andreu, Nikos Triminikliodis, Takis Hacıdimitriu gibi isimleri sayabiliriz.
Yayıncılıkta bir zamanlar NEHİR Yayınları’ndan çıkarılan kitaplar, Hristos Hacıbaba’nın kendine ait yayınevinden çıkardığı çeşitli kitaplar, Khora Yayınları’ndan çıkan bir dizi kitap, Işık Kitabevi Yayınları ve Galeri Kültür yayınları tarafından yayımlanmış bazı kitaplardan da söz etmek gerekiyor.
NİYAZİ KIZILYÜREK’İN KİTAPLARI, YAZILARI…
Akademisyen, yazar Niyazi Kızılyürek “federalizmi” anlatmayı hedef alan bir hareketi Sotos Ktoris’le birlikte başlattı ve çeşitli faaliyetlerde bulundu… Bu hareket çok kısa sürede kaybolup gitti ancak Niyazi Kızılyürek gerek makaleleri, gerek kitapları, gerekse kendi kurduğu yayınevi aracılığıyla “yüzleşme”ye yardımcı olacak kitapları yayımlayarak bu sürece önemli katkılarda bulunmayı sürdürdü.
BELGESEL FİLM ARŞİVLERİ…
Bu konuda Kıbrıs çapında röportajlarıyla ve “Mendil” adlı belgesel filmleriyle RİK’ten Hüseyin Halil ve Hristalla Avgusti’den özel olarak söz etmek gerekir. Onların bize sunduğu arşiv, geçmişle yüzleşme konusunda önemli bir adımdır. Bu çerçevede yine RİK’ten Yeliz Şükri ve Vasfi Çiftçioğulları’nın çalışmalarından da söz etmek gerekir. Belgesel film alanında Anna Carta, Stefanos Evripidis’ten ve kısa film denemesiyle Elvan Levent’in çabalarından da söz etmek gerekir…
TONY ANGASTİNİODİS’İN FİLMİ VE KİTAPLARI…
Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamına ilişkin “Kanın Sesi” başlıklı bir kitap yazan ve bir film yapan Tony Angastiniodis de kendi tarafının hışmına uğrayanlardan olmuştu… Arkadaşımız Tony, yazılarıyla “geçmişle yüzleşme”ye katkıda bulunmayı sürdürdü ve geçtiğimiz yıllarda ilk kitabını genişleterek yeni bir kitap yayımladı ve bu kitabı da köy köy, kasaba kasaba dolaştırarak geçmişle yüzleşmeye katkılarını sürdürdü…
CEMAL YILDIRIM’IN BELGESELLERİ…
Film yönetmeni Cemal Yıldırım, değerli eşi Birgül Kılıç Yıldırım’la birlikte “Süt Babam” adlı belgesel filmle büyük ilgi görürken, bu film birkaç yıldır adamızın iki tarafında da çeşitli etkinliklerde gösterilmeye devam ediliyor. Cemal Yıldırım’ın geçmişle yüzleşmeye dair son projesi ise 20 Temmuz 2024’te gösterime giren “Temmuz Günlükleri” oldu. “Temmuz Günlükleri” aslında “Kıbrıs Günlükleri”nin parçası ve gerek 1950’li, gerek 1960’lı yıllarda, gerekse 1974’te yaşananları Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar’ın ağzından belgesel hale getiriyor…
ASİ PRODUCTIONS’DAN BELGESELLER…
Mine Balman ve Besim Baysal’ın kurduğu “Asi Productions” filmleri, özellikle Kıbrıslıermeniler’in 1963’te yaşadıklarını su yüzüne çıkaran “Birlikte” başlıklı belgesel filmiyle yüzleşmeye katkıda bulundu. “Asi Productions” olarak ayrıca “Beyond History Education” (“Tarih eğitiminin ötesinde”) ve “Olivia” başlıklı belgesel filmlerle de yüzleşmeye ve toplumlarımızın birbirini anlayışına katkıda bulunmayı sürdürdüler.
SOSYAL MEDYA…Geçmişle yüzleşme konusunu sosyal medya aracılığıyla yapmakta olan Harper Orhon, Katerina Andona, Mehmet Mahmut, Andonis Kursumbas, Derman Saraçoğlu, Sotiris Savva, Andonis Kasabis, Jozef Kasabis, George Mesaridis, Korrina Dimitriu gibi isimlerden de söz etmemiz gerekir. Bu konularda en önemli öncülerden biri de Turgut Durduran’dı – henüz hiç kimsecikler internet üzerinden yayın yapmazken, “Hamamböcüleri” internet sitesini oluşturmuş, bunun yanısıra pek çok “bilinmez/görünmez” gerçekleri görünür kılmak için çok yoğun çaba harcamıştı ve harcamaya da devam ediyor…
GAZETECİLERİN VE ARAŞTIRMACILARIN ÇABALARI…
Geçmişle yüzleşmeye dair en yoğun çabayı harcayan gazetecilerden ve makale yazarlarından da söz etmemiz gerekir ki bunların başında Andreas Paraskos gelir… Şener Levent, Ralli Papayeorgiu, Mihalis Theodotu, Sotiris Barudis, Katerina İliadu, Yorgos Kaskanis, Dr. Bekir Azgın, Cenk Mutluyakalı, Hasan Hastürer, Hasan Kahvecioğlu, George Kumullis, Fatma Azgın, Mihalis Papapetru, Aral Moral, Emin Akkor gibi isimlerden söz edebiliriz…
TİYATRO ALANINDA ÇABALAR…
Tiyatro alanında geçmişle yüzleşmeye dair çabalarıyla Yaşar Ersoy en çok dikkat çekenler arasında… Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun belkemiği olarak bu alanda ekibiyle birlikte pek çok esere imza atmış durumda… Aliye Ummanel, Hristos Zanos, Hristina Hristofias da geçmişle yüzleşmeye yoğun katkıda bulunanlar arasında…
ŞAİRLER, YAZARLAR VE GEÇMİŞLE YÜZLEŞME…
Şair Neşe Yaşın, Faize Özdemirciler, Elli Peonidu, Hristos Hacıbaba, Feriha Altıok, Aycan Saraçoğlu, Gürgenç Korkmazel, Jenan Selçuk, Neriman Cahit, Yorgos Moleskis gibi isimler ilk aklımıza gelenler… Romanlarıyla, özellikle “Jans Mans Sokağı Çocukları” romanıyla bu sürece önemli katkıda bulunan Zeki Erkut’tan da mutlaka söz etmek gerekir…
DEVAM EDEN BİR SÜREÇ…
Geçmişten günümüze devam etmekte olan bir süreç bu… Araştırma ve yayınlarıyla Yannis Papadakis, Alev Tuğberk, Okan Dağlı, Aris Sitas ve Dilek Latif’ten söz etmek gerekir… Yazıları nedeniyle öldürülen gazeteci-yazar Kutlu Adalı’dan, bir döneme damgasını vuran kitaplarıyla ve yazılarıyla rahmetlik Arif Hasan Tahsin’den, zor koşullardaki hayatını aktardığı hatıralarından oluşan ve kitaplaştırılması sürecinde bizim ve YKP lideri Murat Kanatlı’nın da emeği geçen “Düşmana İnat Bir Gün Daha Yaşamak” başlıklı kitabıyla rahmetlik Kamil Tuncel’den, Barış Uzunahmet’in hayatını kaleme aldığı “Mücadele Yılları” başlıklı kitabıyla rahmetlik Hulus Çağlar İbrahim’den, babasının en yakın arkadaşı olduğu için İlker Salih’in hatıralarını kaleme aldığı ve bizim de bu sayfalarda buna yer verdiğimiz rahmetlik Kamil Ahmet’ten de söz etmeliyiz…
Muratağa katliamında en yakın akrabalarını kaybetmiş bir aileden gelen Erbay Akansoy’un öncülüğünde Cyprus Dialogue Forum (“Kıbrıs Diyalog Forumu”) geçmişle yüzleşmeye dair pek çok girişime imza atıp öncülük etti, Güney Afrika’da yaşanan “Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları”nda çalışmış Hannes Siebert gibi isimleri Kıbrıs’a getirerek her iki toplumdan kayıp yakınlarının ortak örgütü “Birlikte Başarabiliriz”le bir araya getirdi… Kıbrıs Diyalog Forumu bu tür toplantılarla konuların derinlemesine tartışılmasını sağladı ve çalışmalarını sürdürüyor.
Her iki toplumdan üyeleri olan ENORASİS kulübü de zaman zaman iki toplumdan kayıp yakınlarını ve barışseverleri konuk ederek konuların tartışılmasını sağlamaya devam ediyor, bunları da FES’in (Almanya’dan sosyal demokrat Friedrich Ebert Stiftung Vakfı’nın Kıbrıs şubesi) destekliyor. FES ayrıca Lefkoşa, İstanbul ve Atina’da düzenlediği çeşitli çok kültürlü toplantılarla zaman zaman bu gibi konuların ele alınmasını sağlıyor. Kıbrıs’ta bu alanda faaliyet gösteren bir diğer örgütlenme de PRIO… PRIO da zaman zaman çeşitli konularda araştırma ve yayınlarıyla bu gibi konuları ele alıyor. Son dönemlerde Mağusa Suriçi Derneği MASDER de geçmişe dair çeşitli etkinliklerde konuları tartıştırarak dikkat çekiyor. Hem Kıbrıslıtürk, hem de Kıbrıslırumlar’ın büyük sevgi ve saygısını kazanan Dr. Hacıgagu’nun kızlarını MASDER’de konuk eden Serdar Atai öncülüğündeki bu dernek, geçmişin, özellikle Mağusa bölgesinde yaşananların bilince çıkarılıp öğrenilmesi için yoğun çaba harcıyor… Bu alanda Rita Severis’in sahibi olduğu CVAR Severis Vakfı da geçmişin bilinmeyenlerinin öğrenilebilmesi için çaba harcıyor ve faaliyetlerde bulunuyor.
Yaşamını Almanya’da sürdürmekte olan değerli resim sanatçısı Hulusi Halit’in de “kayıplar” konusundaki çabalarından söz etmemiz gerekir. Hulusi Halit, Almanya’da Osthofen Toplama Kampı’nda olsun, Berlin’de olsun, geçmişle yüzleşmeye dair resim sergilerine imza attı, gerek Berlin’de, gerekse Kıbrıs’ta, George Tornaridis’le birlikte ortak sergiler de açtı. George Tornaridis artık aramızda değil, onu birkaç yıl önce, pandemi döneminde kaybettik…
SLOVAKYA BÜYÜKELÇİLİĞİ ÖNCÜLÜĞÜNDE ATALASSA’DA SAVAŞ KURBANLARINI ANMA ETKİNLİĞİ…
Geçmişle yüzleşmeye dair hem sembolik bakımdan bir ilk, hem de en önemli etkinliklerden birisi de Kıbrıs’ta barışı savunan her iki taraftan siyasi partilerin savaş kurbanlarını anma etkinliği olmuştu Atalassa’da. Etkinlik 9 Ekim 2018’de Atalassa toplu mezarında gerçekleşmişti. O günlerde bu sayfalarda bu konuda şöyle yazmıştık:
“Dün Kıbrıs’ta bir “ilk” yaşandı ve Slovakya Büyükelçiliği’nin ev sahipliğinde 1989’dan bu yana her ay düzenli olarak ortak toplantılar yapmakta olan iki toplumdan siyasi partiler, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıplar”ın birlikte gömülmüş olduğu tek yer olan Atalassa’daki toplu mezarları ziyaret ederek iki topluma çağrıda bulundular…
İki toplumdan kamuoyuna seslendikleri ortak açıklamada siyasi partiler, “Bilenler konuşsun, kayıpların gömü yerleri bulunsun, ailelerin acıları dindirilsin” dediler ve Kıbrıs’taki savaş kurbanları anısına ortak bir barış anıtı yaptırmanın artık zamanının geldiğini belirttiler.
Kıbrıs’ın kuzeyinden CTP, TDP, YKP, BKP ve KSP ile Kıbrıs’ın güneyinden AKEL ve EDİ’den temsilcilerin katıldığı etkinlikte, İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Katliam Kurbanları örgütü “BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ”den Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum kayıp yakınları da hazır bulundu. Etkinlik, Slovakya Büyükelçisi Jan Skoda’nın kısa konuşmasıyla, Atalassa’daki Lefkoşa Genel Hastanesi basın salonunda başladı.
1974’te Türk savaş uçakları bombardımanında Atalassa Psikiyatri Hastanesi’nde bulunan yaklaşık 32 kişi öldürülmüştü ve bunlardan üçü de Kıbrıslıtürk hastalardı. Hastane koğuşlarının bombalanması sonucu ölen ve bomba kraterlerine gömülen Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum hastalar, hiçbir zaman “kayıplar” listesine konmamış olduğu için, Atalassa’daki kazı çalışmalarını Kayıplar Komitesi değil, Kıbrıs Cumhuriyeti İnsani İşler Komiserliği yürütmüştü. Çok uzun yıllar boyunca Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıplar”ın bulunması için Kayıplar Komitesi’nde Kıbrıslırum Üye Yardımcısı olarak çalışmış olan ve halen İnsani İşler Komiserliği danışmanlığı yürütmekte olan ve de Atalassa kazısını yürüten Ksenofon Kallis, 2017’de ve 2018’de Atalassa’da yürütülen kazılar hakkında siyasi parti temsilcilerine ve kayıp yakınlarına fotoğraflarla bir sunuş yaparak ayrıntılı bilgi verdi.
Kallis, 2017 ve 2018’de yürütmüş oldukları kazılarda bomba kraterlerinin birinde 11, morgun karşısındaki alanda birkaç noktada da 6 kişiden geride kalanları bulmuş olduklarını anlattı. Yapılan DNA testlerinde, Kıbrıslıtürk hastalardan birinin kimliğinin belirlenmiş olduğunu da anlatan Kallis, Atalassa bombardımanında öldürülen Kıbrıslıtürkler’in ailelerinin bulunmasında emeği geçen araştırmacı gazeteci Sevgül Uludağ’a (bize), bu süreçte yardım eden Birleşmiş Milletler ve diğer Kıbrıslıtürkler’e de teşekkür etti. Çeşitli nedenlerle bazı ailelerin DNA örneği vermemiş olabileceğine dikkati çeken Kallis, kazılarda bulunan kalıntıların tümünden de DNA çıkarabildiklerini ancak bunların eşleşebilmesi için ailelerin DNA vermesi gerektiğini söyledi. Atalassa bombardımanı ardından açılan kraterlere gömülen bombardımanda ölmüş olan hastaların listesinin Eylül-Ekim 1974’te yapılmış olduğunu, bu listeye göre 32 kişinin bombardımanda öldüğünün belirtildiğini söyleyen Kallis, bu listenin tamam olmayabileceğini de ifade etti.
1974’te Türk uçaklarının bazı hastane koğuşlarını bombardımanı ardından Temmuz ayının aşırı sıcakları nedeniyle, ölen hastaların bombaların açmış olduğu kraterlere gelişigüzel gömülmüş olduğunu anlatan Kallis, bu alanda oldukça zor kazılar yürüttüklerini, çeşitli engellerle karşılaştıklarını ancak tüm bunları sabırla aştıklarını anlattı.
Ardından Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum siyasi parti temsilcileri, Slovakya Büyükelçisi ve “kayıp” yakınlarının ortak örgütü “BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ”den Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıp” yakınları hep beraber Atalassa’da Lefkoşa Genel Hastane morgu arkasında bulunan ilk toplu mezara ve bu mezarın tam karşısında bulunan diğer toplu mezar yerlerine ziyaretlerde bulundular.
Etkinlikte Kıbrıs’ta barış ve dostluğun sembolü haline gelen, “Birlikte Başarabiliriz” örgütünden “kayıp” yakınları Sevilay Berk ve Maria Yeorgiadu, birlikte, bir zamanlar hastanenin “kadınlar koğuşu” olan ve yalnızca zemini kalan, kazılarda bu zeminin bulunup çıkarılmış olduğu yerde, Atalassa’da ölenler anısına beyaz çiçekler bıraktılar…
Ardından Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum siyasi partilerinin ortak açıklamasını Slovakya Büyükelçisi Jan Skoda basına okudu.
İki toplumdan siyasi partilerin ortak açıklamasında şöyle denildi:
“Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk siyasi partilerinin liderleri ve temsilcileri, 9 Ekim 2018 tarihinde Atalassa Psikiyatri Hastanesi’nin 1974’te bombalanması ardından ölenlerin gömülmüş olduğu gömü yerini ziyaret ettiler ve adadaki askeri eylemlerin sivil kurbanlarıyla ilgili üzüntülerini belirttiler.
Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk siyasi partileri, Kayıplar Komitesi’nin ister sivil, ister asker olsun, tüm geriye kalan kayıpların bulunup kimliklendirilmesi yönünde yürttüğü çabaları ve ailelerin acılarının dindirilmesini desteklemektedirler. Bu hedefe ulaşabilmek amacıyla, her iki toplumdan kamuoyuna seslenerek daha doğru bilgilerin verilmesi ve böylece gömü yerlerinin bulunarak kayıpların kimliklendirilmesinin sağlanması çağrısını yapmaktadır.
Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk siyasi parti liderleri ve temsilcileri, Kıbrıs çatışmasının tüm kurbanları anısına, uzlaşmaya yönelik ortak bir anıt yaptırılmasının zamanının gelmiş olduğu ve bunun düşünülmesi gerektiği inancındadırlar.”
TOPLU MEZARLARA ZİYARET…
Slovakya Elçiliği’yle birlikte etkinliklerimiz devam etti ve 5 Aralık 2018’de bu kez Oroklini ve Galatya’daki toplu mezarlara Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum siyasi parti temsilcileriyle birlikte ziyaretlerde bulunduk. O günlerde bu sayfalarda yer alan TAK ve YENİDÜZEN’in haberlerinden derlenen haberde şöyle denilmişti:
“Slovakya Büyükelçisi’yle birlikte bazı Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum siyasi parti temsilcilerinden oluşan heyet ilk kez Kıbrıs’ın güneyinde ve kuzeyinde “kayıplar”ın bulunduğu toplu mezarları birlikte ziyaret etti.
Heyet önce 11 Kıbrıslıtürk “kayıp” şahsın kalıntılarının bulunduğu Pile yakınlarındaki Oroklini köyündeki kuyunun olduğu yeri, ardından ise Mehmetçik (Galatya) gölünde 17 Kıbrıslırum “kayıp” şahsın kalıntılarının bulunduğu toplu mezarları ziyaret etti.
İki gömü yerine ziyaretler, İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Kurbanları “Birlikte Başarabiliriz” isimli sivil toplum örgütü ile Güney Kıbrıs ile Kuzey Kıbrıs’tan siyasi partiler için ara bölgede toplantılar düzenleyen Slovakya Büyükelçiliği işbirliğinde düzenlendi.
Slovak Büyükelçi Jan Skoda, toplantılara katılan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum siyasi partilerin mutabık kaldığı ortak açıklamayı her iki ziyarette de okudu.
Açıklamada, iki toplumlu Kayıp Şahıslar Komitesi’nin 1963, 1964 ve 1974 olaylarında, sivil veya askeri kayıp olarak listelenenlerin bulunması ve kimliklerinin tespit edilmesi çalışmalarını; kayıp yakınlarının acılarına merhem olmak adına destekledikleri kaydedildi.
Açıklamada, kayıp arama çalışmalarına yardımcı olabilmek adına, gömü yerleriyle ilgili bilgisi olanlara bu bilgileri Komite ile paylaşma çağrısında bulunuldu.
Açıklamada, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum siyasi partilerin, kayıplarla ilgili her iki tarafta, kayıpların anısına resmi bir adım atılması gerektiği zamanının geldiği kanaatinde olduğu belirtildi ve bu çerçevede, Kıbrıs olaylarında hayatını kaybeden Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar için ortak bir anıt ve kayıpların anılması için bir gün belirlenmesi çağrısında bulunduğu kaydedildi.
Sivil toplum örgütü adına Oroklini’de konuşma yapan araştırmacı gazeteci Sevgül Uludağ, Oroklini’de kuyuya öldürülerek gömülen 11 Kıbrıslı Türk’ün 14 Mayıs 1964 tarihinde Larnaka’dan çalıştıkları Dikelya üssüne otobüsle giderken kaçırılarak öldürüldüğünü, bu olaydan 2 gün önce de Mağusa’da iki Yunanlı ile dönemin Lefkoşa Kıbrıslırum polis müdürünün oğlunun öldürülmesi olayının gerçekleştiğini anlattı.
Uludağ, Mağusa’daki hadise üzerine Oroklini’de kuyuya atılanlar da dahil toplamda 30-40 Kıbrıslı Türk’ün “intikam” gerekçesiyle bu dönemde “kayıp” edilmiş olduğunu hatırlattı…
Oroklini’deki kuyunun bulunmasının o dönem Kayıplar Komitesi’nde Kıbrıslırum Üye Yardımcısı olarak görev yapan Ksenofon Kallis’in önemli rol oynadığını hatırlatan Uludağ, “kayıplar”dan geride kalanların Kayıplar Komitesi tarafından 2006’da kuyuda yapılan kazılarda çıkarıldığını ve 2009’da defnedildiğini belirtti. Uludağ, bazı Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum kadınların Sınırı Aşan Eller Hareketi altında kuyunun olduğu yere 2009 yılında ilk zeytin ağacı diktiğini, 2010, 2011, 2012 yıllarında da “kayıp” yakınlarının bölgeye zeytin ağacı dikmesi için yardımcı olduklarını kaydetti.
Uludağ, Oroklini köyünden Yeni Kuşak isimli sivil toplum hareketinden Eleni Michael’in süreç içerisinde bu zeytin ağaççıklarının yaşatılıp kök salmaları için yardımcı olduğunu ve “kayıp” yakınlarının köyü ziyaretlerinde ağırlanması ve çok iyi karşılanmasında insani bir rol oynadığını belirtti.
Eleni Mihail’e, kuyuda kalıntıları bulunan “kayıplar”dan Kamil Dimililer’in oğlu Celal Dimililer tarafından insani yardımları için plaket verildi.
Heyet çiçeklerini “kayıp” yakınlarının kuyu üzerine dikmiş olduğu zeytin ağaçları çevresine bırakarak buraya gömülmüş olan Kıbrıslıtürk “kayıplar”ı saygıyla andı.
Oroklini’den sonra Galatya gölüne giden siyasi parti temsilcileri, “kayıp” yakınları ve Slovakya Büyükelçiliği yetkililerine burada bilgi veren YENİDÜZEN gazetesinden araştırmacı gazeteci Sevgül Uludağ, göldeki iki toplu mezarın kazılabilmesi için yaklaşık 12 yıl boyunca yoğun çaba harcamış olduklarını hatırlattı.
Sevgül Uludağ, Galatya gölünde birinde 11, birinde de 6 Kıbrıslırum’a ait kalıntıların olduğu iki toplu mezar bulunduğunu, bunların Mehmetçik’te (Galatya) savaş esiri olarak tutulan Kıbrıslırumlara ait olduğunu, Kayıplar Komitesi’nin kazılarında bu “kayıplar”dan geride kalanların bulunduğunu ve defnedilmek üzere ailelerine teslim edildiklerini anlattı. Uludağ, gölde başka “kayıplar”ın bulunup bulunmadığını bilmediklerini anlattı.
Göldeki toplu mezarlarda kazılar sırasında kalıntıları bulunan “kayıplar” arasında kardeşi ve babası da bulunan Komikebirli Hristina Pavlu Solomi Patça, Galatya’daki kayıpların bulunması için Selda Şafak ve ailesinin çok katkısı olduğunu belirterek kendisine insani yardımları nedeniyle teşekkür plaketi takdim etti. Heyet çiçeklerini göl kenarına bırakarak buraya gömülmüş olan Kıbrıslırum “kayıplar”ı saygıyla andı.”
BEDELYAN VE SİHİRLİ KEMANI…
3 Nisan 2014 akşamı, Lefkoşa’da ara bölgede Ledra Palas Oteli karşısındaki Dayanışma Evi’nde Kıbrıs’ın ünlü müzik ustası Vahan Bedelyan’ın ölüm yıldönümünde ilk kez Kıbrıslıtürk, Kıbrıslırum ve Kıbrıslıermeniler tarafından birlikte anılması, geçmişle yüzleşmeye dair önemli bir adımdı. Bedelyan’ın ve ailesinin hayatını kurtaran ve Bedelyan’ın hayatında büyük rol oynayan 100 yaşındaki “Sihirli Keman”ı da gecede sergilenmişti. Anma gecesini bizimle birlikte ressam Nilgün Güney ve Nilgün Güney Atölyesi, Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği yetkililerinden çok değerli arkadaşımız Alev Tuğberk ve Bedeylan’ın torunları Vahan ve Simon Ayneciyan üstlenmiştik. Geceye Bedelyan’ın öğrencileri de katılarak onunla ilgili hatıralarını paylaşmışlardı.
Bedelyan, Kıbrıslıtürk, Kıbrıslırum ve Kıbrıslıermeni öğrencilerine hem okullarda, hem de özel olarak müzik ve keman dersleri vermişti. Uzun yıllar Lefkoşa Türk Lisesi’nde müzik öğretmenliği yapmış, o yıllarda lise bandosunu yönetmiş olan Bedelyan’ın pek çok bestesi de bulunuyor. Yetiştirdiği öğrencilerin bazıları dünyada müzisyen olarak ün kazanırken, Bedelyan müziğin birbirinin diilini hiç bilmeyenleri bile yakınlaştırdığına inanmaktaydı. Anma gecesinde Bedelyan’ın hayatına ilişkin fotoğraflarla bir sunuş yapılmış, Bedelyan’dan keman dersleri almış öğrencileri Dr. Bekir Azgın, Nuritsa Nacaryan ve Andreas Yakovidis ile Bedelyan’ın torunu Vahan Ayneciyan birer konuşma yapmış, geceye katılanlara da Bedelyan’la ilgili hatıralarını paylaşma olanağı sağlanmıştı.
Bedelyan’ı anma gecesinde Dayanışma Evi’nde ayrıca Nilgün Güney Atölyesi’nden ressamların hazırladığı Bedelyan anısına mini sergi de açılmış Bedelyan’ın öğrencilerinden Nuritsa Nacaryan ise Kıbrıs’taki tüm toplumlar arasında yürüttüğü dostluklar nedeniyle onore edilmişti. Nilgün Güney daha sonra bu resimleri Bedelyan’ın torunlarına armağan etmişti… Sergiye Eda Gökçe, Ferah Saffet Kaya resimleriyle, Serhan Gazioğlu karikatür ve çizimleriyle katılmıştı… Ferah Saffet Kaya ise rahmetlik Nuritsa Nacaryan’ın Viktorya Sokağı’nda çizmiş olduğu resmini, Nuritsa Hanım’ın evine bir ziyaret yaparak ona armağan etmişti…
HASAN VE HAMBU’YU ANMA ETKİNLİKLERİ…
Yeni Kıbrıs Partisi (YKP) her yıl Temmuz ayında Hasan ile Hambu’yu anmak için Androliku’ya gidiyor Baf bölgesinde… Biri Kıbrıslıtürk, biri Kıbrıslırum olan ve birbirlerine sevlanan bu çiftin öyküsü, ünlü film yönetmeni Panikos Hrisantu’nun “Akama” filmine de konu olmuştu… Bu konuda Dr. Bekir Azgın’ın 3.8.2014’te HAVADİS gazetesinde çıkan bir yazısı, “Bir aşk hikayesi” başlığı taşıyordu. Bekir Azgın şöyle yazıyordu:
“Androligulu Hasan’ı hiç tanımadım ama hayat hikâyesi beni etkiledi. Geçenlerde ölmüş ve Panikos Hrisanthu onun hakkında bir yazı yazdı. Panikos’un “Akama” filmini seyredenler bazı şeyler anımsayacaklardır. O yazıyı tercüme edip siz okurlarımla da paylaşmak istedim:
“Bilge bir insandı. Konuştuğu zaman Homer’i dinliyor izlenimini edinirdiniz. Topraklarımızın arada bir yetiştirdiği bir bilgelikti bu. Atalardan çocuklara nakledilen ve insanın kedi hayat tecrübeleri sonucu edindiği bir bilgelik. Androligulu fakir çoban Hasan’a sunulan deneyim ve dersler konusunda hayat ona çok cömert davrandı.
Daha 10 yaşında iken babası onu Akama’da Rum bir çobanın yanına çırak olarak gönderdi. Bu insanların artık onun ebeveynleri gibi olacağını söyledi. Haç çıkarmalarından ve ‘Hristozum’ veya ‘Banayiam’ demelerinden rahatsız olmamasını tembih etti. “Tanrı birdir; onlar ona Hristos derler, biz de Allah deriz” diye ekledi.
Ne var ki 10 yıl sonra cahil babasının sözde ve pratikte uyguladığı hayat felsefesinin Kıbrıs gerçekleri ile çakışmadığını farketti. Kin dolu 50’li yıllarda başka rüzgârlar esiyordu: Milli hedefler, fanatiklik, toplumlar arası çatışmalar.
Hasan ile Hambu seviştikleri zaman iki köy arasında savaş çıkmasına ramak kalmıştı. Druşalılar o ‘Türk’ten ‘kendi’ kadınlarını geri almak amacıyla ellerinde çatallar (dirgenler), tüfekler ve kazmalarla Androligu’yu bastılar. Kimse, iki insanın birlikte yaşamak isteklerine saygı duymak gereğini duymadı.
Aşkları macera dolu bir mücadeleye dönüştü. Ama aşkları büyük olduğu için iki ateş arasında kalmış olmalarına rağmen birlikte yaşamayı başardılar.
1975 yılında Androligulu Kıbrıslı Türkler, Kuzey’e göç ettikleri zaman geride bir tek Hasan kaldı. Köyü terk etmek istemeyen sevgilisi Hambu’nun hatırını kırmadı. Uçsuz bucaksız bir mandraya dönüşen ıssız köyde tek başlarına yaşadılar. Bir aşk yüzünden dışlanmışlardı ve sürgün edilmiş gibiydiler. Evin duvarında Banayia’nın (Meryem ananın) ikonları asılıydı. “Karım Hristiyan’dır” diyordu Müslüman Hasan “insan neye inanıyorsa ona inanıyor”. Farklılığa hoşgörü ve saygı, hayatının düsturu idi.
Hambu 2007 yılında öldü. Bu ölümle ilgili çarpıcı bir olaya şahit oldum. Hambu Lefkoşa Genel Hastanesi’nde hasta yatarken son günlerinde arada bir Hasan’ı karısını ziyaret etmeye götürürdüm. Davarını ya mandrada bırakır veya birini onlara bakması için ayarlardı. Bütün gün başucunda kalırdı ve ikindileri geri Poli yöresine dönerdik.
Bu ziyeretlerden birinde Hasan açıkça ona ölümden söz etti. Orada ben de vardım ve kendisine mealen şöyle dedi: “Be karı, sana bir şey soracağım ama beni yanlış anlama. Önce kimin öleceğini kimse bilmez. Ben de önce ölebilirim, sen de. Oğlumuz bana öldüğün zaman kendi köyüne gömülmek istediğini söyledi. Bu doğru mu? Söyle de bileyim.” Hambu doğru olmadığını söyledi. “Sen nereye gömüleceksen ben de oraya gömülmek isterim” dedi “Hayatta da birlikte, ölümde de birlikte”. Sadece bir ihsan istedi; cenazesi Hristiyan dinine uygun olarak yapılsın. Hasan öyle olacağına dair kendisine söz verdi. Karısının kararından memnun olmuştu, karısını Androligu’ya gömme hakkı doğmuştu.
Hambu ölünce papazlar cenaze törenine katılmayı reddettiler. “O bir Hristiyan değildi” dediler “çünkü çocuklarını vaftis etmedi.” Müslüman olan Hasan karısına söz verdiği gibi ona Hristiyan bir cenaze töreni yaptırmak için savaş veriyordu. Şizofrenik ülkemizde sürrealist olaylar oluyordu: Müslüman bir koca, karısına Hristiyan bir tören düzenlemeye çalışıyordu ama Hristiyanlar bunu kabul etmiyorlardı. Müslüman biri uygulamada sevgi için mücadele ediyor ama sevgi dininin temsilcisi olduklarını iddia edenler, kin ve nefretin taraftarları gibi davranıyorlardı. Hasan elinde devletin verdiği Hambu’ya ait resmi bir kimlik kartıyla başpiskoposa gitti. Kartın üzerinde “Haralambiya Mustafa” yazıyordu (Hambu, Haralambiya’nın kısaltılmış şeklidir – BA). Adı bile Hambu’nun bir Hristiyan olduğunu kanıtlıyordu. Başpiskopos kani oldu ve Hambu komşu köyün kilisesinde yapılan cenaze töreninden sonra Ambeligu’da toprağa verildi. Cahil bir çoban olan Hasan, kendinden daha okumuş olan “aydın” kişilerle sonunda altın orta bir yolu bulmuş oldu: Karısını köydeki Müslüman mezarlığına gömmesi hakaret olurdu. Orası Müslümanlara aitti. Müslüman mezarlığının yan tarafında uygun bir yer buldu, orasını telledi ve karısını oraya gömdü. Mezarını yaptırdı ve başucuna bir de istavroz dikti. Her sabah gidip onu ziyaret ederdi.
Vasiyet bıraktı: Kendi sırası gelip öldüğü zaman onu Hambu’nun yanına gömsünler ve İslâm geleneklerine uygun olarak mezar taşına “Ruhuna Fatiha” diye yazsınlar. Benden de mezarlarına bir Kıbrıs bayrağı asmamı istedi. İsteğini milli kimliğini inkâr etme olarak yorumlamıyorum. Ama sembollere aşırı değer veren milliyetçiliğe reddiye olarak algılıyorum.
Kardeşim, sana söz veriyorum, senden önce ölmezsem isteğin doğrultusunda mezarlara o bayrağı dikeceğim. Ve düşünüyorum da insanların çoğu senin gibi düşünseydi ve sizinki gibi bir hayat sürseydi, içinde yaşadığımız dünya çok daha güzel olacaktı.”
YKP’NİN MESAJI…
Yeni Kıbrıs Partisi, Hasan ve Hambu’nun mezarlarındaki anma töreninden paylaştığı fotoğraflarla ilgili şöyle yazdı sosyal medyada:
“1974 sıcağı yalnız militarizm, savaş, düşmanlık değil, elbette ayni zamanda dayanışma, barış ve sevgiydi… Yüzlerce Kıbrıslırum’un Kıbrıslıtürklere, yüzlerce Kıbrıslıtürk’ün ise Kıbrıslırumlara hayatlarını kurtarması için, ihtiyaçları için yardım ettiğini, dayanışma ortaya koyduğunu okuduk, okumaya devam ediyoruz… Yeni anılar da şovenizme inat yüzeye çıkmaya devam ediyor…
Örneğin bu savaşın diğer yüzünde Hasan ve Hambu var… 1974 yazındaki işgal ile ortaya çıkan bölünmeye rağmen Trodos dağında Androliku’da (Gündoğdu) birbirleri ile yaşamaya devam ettiler, iki tarafın milliyetçiliğine ve şovenizmine rağmen, bir arada kaldılar ve en sonunda mezarları da köylerinde yan yana olarak ömürlerini tamamladılar… Adadaki mezarlar da ayrıdır ama Hasan okula gitmemiş bir çoban olmasına rağmen köydeki tek Müslüman mezarlığına Hambu’yu gömemeyeceğini bildiğinden, mezarlığın yanındaki hâli araziyi de mezarlığa dahil edip, eşinin oraya gömülmesini sağlıyor, vasiyet olarak da kendinin de eşinin yanına gömülmesini istiyor… Şimdi Androliku’da yan yanalar…
YKP, savaşın yıkıcılığının, militarizmin, şovenizmin yarattıklarına karşı işgalin 50. yılında, bugün, 27 Temmuz, Cumartesi günü Hasan ve Hambou’nun Androlikou’daki mezarlarını ziyaret etti…”
Böylesi anlamlı etkinlikler, “Geçmişle yüzleşme” konusunda, “görünmez olanı görünür kılma” konusunda önemli adımlardır…