Olimpiyatlar; barışın, dostluğun, amatörce yarışmanın sembolü…
O da ticarileşti gibi görünse de hala dünyayı heyecan sarıyor olimpiyat yıllarında…
Yine bir olimpiyat yılındayız.
İzlemek çok daha kolay artık bu dijitalleşmiş dünyada. Elimizde akıllı telefonumuz, karşımızda akıllı televizyonumuz, uydu yayınları, YouTube kanalları, ayağımıza geliyor her şey. Haliyle, Olimpiyatları da her an her yerden takip edebiliyoruz artık.
Olimpiyatlar deyince, 1972 Münih Olimpiyatları’nda yüzme dalında her bir yarışta dünya rekoru kırarak yedi altın madalya kazanan Mark Spitz, 1936 Berlin Olimpiyatları’nda dört altın madalya kazanarak, Adolf Hitler’in “Aryan üstünlüğü” teorisini çürüten, Nazilerin ideolojisine meydan okuyan sporcu Jesse Owens ve 1976 Montreal Olimpiyatları’nda jimnastikte mükemmel 10 puan alması tarihe geçmiş olan Nadia Comăneci gelir aklıma.
Ve şimdi Paris Olimpiyatları.
Müthiş sporcular izledik, izliyoruz. Daha çok atletizm ilgilimi çekiyor benim.
Neredeyse uçar gibi koşanlar, atlayanlar, kırılan dünya rekorları. Bunlardan bir tanesi, kendisinin en iyisi için kendi kendiyle yarışan Armand Duplantis; İsveçli sırıkla atlamacı, yeni dünya rekorları kırarak izleyicileri büyüledi.
Julien Alfred 100 metrede altın madalya kazandı ve Saint Lucia’nın ilk Olimpiyat madalyasını elde etti.
Karayipler’de küçük bir ada ülkesi olan Saint Lucia için büyük bir gurur kaynağı bu.
Küçük bir ada ülkesinin büyük başarılar elde edebileceğini gösteriyor bu başarı. Daha başka nice büyüleyici başarı var elbette.
***
Bu yıl bir başka Olimpiyat heyecanımız. Çünkü bizden biri de yarışıyordu bu büyük dünya spor oyunlarında!
BUSE SAVAŞKAN…
Gördük ki; İSTERSEK YAPABİLİRİZ!
Buse bir başarı öyküsüdür bu kuzey ada yarısında sıkışıp kalmış Kıbrıslı Türkler için…
Özgüvenin sarsıldığı, kendine inancın tükendiği, geleceğe dair belirsizliğin hâkim olduğu koşullarda bir umut, bir motivasyon aslında bu başarı.
“Bu ülkede bir şey olmaz”, “Biz bittik”, “Elimizden hiçbir şey gelmez”, “Tükettik her şeyi”, “Tükendik” diyenlere inat, genç bir kadının, bir hayale tutunarak, o hayale ulaşmak için yılmadan usanmadan, yorulmadan, tüm olanaksızlıklara karşın, azmin, çalışmanın, zorlu aşamaları kat edebilmiş olma başarısının öyküsüdür Buse Savaşkan’ın 2024 de dünyanın en iyi 10 yüksek atlama atleti arasına girebilmesi.
Tüm gençlere ve toplumun geneline sirayet etmesi gereken bir başarı öyküsüdür…
Onun yürüdüğü yol, aştığı engeller, olimpiyatlara finalde yarışma hakkı elde edinceye kadar her aşamada elde ettiği başarılardan çıkarılacak dersler vardır…
Hedef odaklı olma, riskleri öngörebilme, engelleri aşabilme, hedefe ulaşıncaya kadar yolu azimle ve kararlılıkla döşemenin nasıl olacağının mutlaka anlatılması, öğretilmesi gerekir okullarda…
Hem de ta ilkokuldan itibaren, hatta belki de ilkokul öncesinden aşılamak gerek bunları.
Sorgulanması, değişmesi gereken, yerleşmiş öyle bir mentalite var ki buralarda; kavanoza kapatılmış, fare gibi, öğrenilmiş çaresizlik egemen!
Uluslararası düzeyde spor yapamıyoruz çünkü “ambargolar var”
Turizm yapamıyoruz, çünkü “doğrudan uçak seferleri yok”
Hatta artık bir havayolumuz bile yok!
“Rumlar bizi istemiyor”, “Kendi irademizle kendimizi yönetemiyoruz”, “Kimseler bizi anlamıyor”
Uzar da uzar bu şikâyetler.
Oysa İSTERSEK YAPABİLİRİZ!
İşte Buse ve işte daha nice insanımız var, çeşitli alanlarda birçok başarılar elde etmiş lakin sadece övünmesini bildiğimiz, elimizi uzatmadığımız, önünü açmadığımız, ülke için yararlanmayı bilmediğimiz.
Spor için bütçe yok, sanat için bütçe, yok, kültür için bütçe yok, bilim için bütçe yok, teknoloji için bütçe yok, altyapı için bütçe yok, eğitim için, sağlık için bile bütçe yok!
Ve bu olanaksızlıklar içinde var olmaya, yaratıcı olmaya, üretmeye çabalayan cesur, azimli insanlar var!
***
Koşulları zorlamak, olanakları yaratmak, engelleri kaldırmak, önlerini açmak gerek bu azimli insanların!
Örneğin, her mahallede spor altyapısı yaratmak o kadar zor mu?
Sporcuların antrenman yapabilecekleri modern tesisler, sporcu sağlığı için gerekli olan hastaneler, klinikler ve iyileştirme merkezleri, sporcuların performanslarını sürdürebilmeleri için kritik öneme sahiptir.
İyi planlanmış bir kent, sporcuların antrenman tesislerine ve yarışma alanlarına kolayca ulaşmasını sağlar.
Sporcuların eğitim ve spor hayatlarını dengeli bir şekilde sürdürebilmeleri için eğitim kurumları ile spor tesislerinin entegrasyonu önemlidir.
İyi planlanmış bir kent, sporcuların doğayla iç içe antrenman yapabileceği yeşil alanlar, parklar, rekreasyon alanları ve sosyal tesislere sahiptir.
Biz yapamaz mıyız bunları?
Tüm bunlar için gerekli olan uygun yer ve büyüklükteki alanlar kent (İmar) planlarında belirlenmektedir aslında.
Yazık ki planlarda belirlenen, okul, spor, park alanları gerçekleşmiyor bir türlü.
Bol, bol ev, site, dükkân yapmayı ya da apartman yapmak için kavga etmeyi biliyoruz sadece.
Bu evlerde, apartmanlarda sitelerde yaşayanların çocukları nerede, hangi okula gidecek, nerede spor yapacak, nerede oynayacak diye sorgulayan yok.
Oysa eğitim bakanlığımız, spor bakanlığımız var! Ancak, cami sayısı kadar okul, park, saha, spor tesisi yapmak için ne bir vizyon ne de planlama var.
Olan planlara da uyan yok. Her gün, arabalarla çocuk taşıyor aileler, her biri bir yerdeki okullara, spor sahalarına, jimnastik salonlarına!
Ingmar Bergman’a atfedilen bir replik var. Bergman’a “Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak?” diye sorulduğunda, “Utanç” diyerek, “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir!” şeklinde yanıt verdiği söylenir.
Bize de utanacak yöneticiler gerekir demek ki!
Sadece başarı elde edildiğinde övünmek yerine, başarıya taşıyacak yolları döşeyelim, döşenmesini kolaylaştıralım, hep birlikte!
İSTERSEK YAPABİLİRİZ!