HAMAS’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye Tahran’da öldürülmüştü. Diplomasi yanlısı Haniye’den sonra örgütün siyasi kanadının başına oldukça şaşırtıcı bir kararla radikal bir isim olarak bilinen Yahya Sinvar getirildi. Bu gelişmenin ardından örgütün yeni stratejisine dair tartışmalar daha da alevlendi.
Bölgenin bir ateş çemberine dönmesi ihtimalinin giderek yükseldiği bugünlerde elbette Haniye gibi diplomasiye öncelik veren bir isimden sonra 7 Ekim saldırısının mimarı olan Sinvar’ın örgütün başına gelmesi gerilimin yeni bir aşamaya geçtiği şeklinde de yorumlanabilir.
Aslında bu gelişme sadece örgütün başına yeni bir isim getirilmesi ile sınırlı değil. Arka planda Türkiye-İran arasında HAMAS üzerinden Orta Doğu’da nüfuz edinme-derinleştirme mücadelesinin yeni örneklerinden biri.
Haniye’nin Tahran’da öldürüldüğü güne geri dönelim…
Türkiye 7 Ekim’de HAMAS’ın İsrail yerleşim birimlerine yönelik saldırısının ardından başlayan ve açıkça kıyıma dönüşen Gazze savaşında HAMAS’a desteğini birçok defa dile getirdi ve gösterdi. Ancak siyasilerin üst perdeden ve kimi zaman diplomatik üslubu çok aşan üsluplarla dile getirdikleri bu desteğe karşın arka planda Türkiye-İsrail ticaretinin devam ettiği biliniyordu.
Haniye’ye yönelik suikastın ardından Ankara el yükseltti ve 1 günlük yas ilan etmekle de kalmayıp ezelden beri İsrail lehine sansür uygulayan sosyal medya platformlarından biri olan Instagram’ı kapattı. Türkiye’de ekonomik kriz giderek derinleşirken ve yüz binlerce insan Instagram üzerinden geçimini sağlarken böylesi bir kararın mantıklı olduğu söylenemez elbette. Bu arada Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Refah Sınır Kapısı’na kadar gitti ve basına konuşup Türkiye’nin Filistinlilere, özelinde de HAMAS’a olan desteğini yineledi.
Peki Türkiye’nin HAMAS’a yönelik desteğini artık açıkça HAMAS’ın hamiliğini üstlenme niyetine dönüştüğü bu hamlesini nasıl yorumlamak gerek?
Kimileri bu desteği AKP-MHP tabanının Türkiye-İsrail ticaretinin devam etmesinden duyduğu rahatsızlığın yatıştırılması gerekçesiyle açıkladı. Evet, bu da bir sebep ancak Ankara’nın Arap Ayaklanması sürecinde yürüttüğü politikalar nedeniyle bölgede azalan etkisini, gücünü yeniden kazanma hedefi ile Filistin meselesine dahil olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Ankara bu hedefle 7 Ekim saldırısının ardından defalarca ateşkes girişimlerine ve müzakere süreçlerine dahil olmaya çalıştı ancak kimi zaman bölge ülkelerinin kimi zaman da İsrail’in blokajı sebebiyle masaya bir türlü dahil olamadı.
Haniye’nin öldürülmesi Ankara açısından yeni fırsat olarak değerlendirildi. Sonuçta uluslararası barış veya ateşkes girişimleri bir türlü sonuçlanamıyordu. HAMAS’a açık destek veren birkaç ülkeden biri olan İran, HAMAS için güvenli değildi. HAMAS dahil olmak üzere Filistinli grupların arasındaki sorunların çözülmesi ve bu grupların tek şemsiye altında toplanması için en son devreye giren Çin olmuştu. Bölgedeki Arap ülkelerinin birçoğu artık Gazze krizinin çözülmesini isterken bazı ülkeler Müslüman Kardeşler bağı sebebiyle HAMAS’a güvenmiyordu. Bölgedeki bazı ülkelerin desteklediği ve dünyada Filistinlilerin meşru temsilcisi olarak tanınan Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi ise yolsuzluk, hantallık, İsrail saldırganlığına karşı aciz kalmak gibi birçok suçlamayla karşı karşıyaydı.
Durum genel hatlarıyla böyleyken Ankara devreye girip bir taşla birkaç kuş vurmayı hedefledi.
Bu çerçevede;
-HAMAS’ın en azından siyasi kanadının yeni liderinin seçiminde etkili olmak,
-HAMAS’ın uluslararası meşruiyet ve güvenlik açısından İran’a göre daha avantajlı olan Türkiye’nin eksenine girmesini sağlamak,
-Gelecek hafta Türkiye’ye gelecek olan Mahmud Abbas ile HAMAS arasındaki buzların çözülmesini sağlamak,
-Aylardır konuşulan Filistinli grupların tek şemsiye altında toplanması fikrini hayata geçirmek ve HAMAS’ı bu yapıya entegre ederek uluslararası toplumu buna ikna etmek,
-7 Ekim saldırısının ardından iyice tırmanan İsrail-Filistin meselesinin çözümünü sağlayan ana aktör olarak devreye girmek gibi hedefler güdüldü.
HAMAS’ın Katar’da bulunan siyasi bürosu ile Gazze’de bulunan askeri kanadının fiziksel mesafe gibi sebeplerle büyük ölçüde birbirlerinden bağımsız hareket ettiği biliniyor. Ankara da HAMAS’ın siyasi kanadını uluslararası toplumun asgari düzeyde kabul edeceği düzeyde de olsa kabul edebileceği kadar dönüştürmeyi ve HAMAS üzerinden Filistin meselesinin ana aktörlerinden biri olmayı ummuş gibi görünüyor.
Ancak burada ortaya bir soru çıkıyordu; On yıllardır HAMAS ve İslami Cihad gibi örgütlere silah ve para akıtan İran, HAMAS’a sadece söylemsel düzeyde ve işine geldikçe destek veren Türkiye’nin “sorun çözücü ülke” olarak devreye girmesine ne der?
Arap dünyasında birkaç gün tartışılan bu soruya kimileri “HAMAS Türkiye’ye yaklaşırsa ve Türkiye devreye girerse 7 Ekim’den sonra daha da artan İran üzerindeki baskı azalır” şeklinde bir bakış açısıyla yaklaştı. Kimileri ise, “İran yönetiminin dış baskıya ihtiyacı var. Eğer dış düşman olmazsa içerisi patlar” yorumuyla Türkiye’nin HAMAS üzerinden üstlenmeye çalıştığı yeni role İran’ın onay vermeyeceğini savundu.
Velhasıl bu sorulara ve de İsrail’in Haniye suikastı ile günlerdir tartışılan “İran, İsrail’e nasıl cevap verecek?” sorusuna İran’ın cevabı gecikmedi ve Sinvar HAMAS’ın yeni siyasi büro şefi olarak seçildi.
Bu hamleyle birlikte İran Türkiye’yi bir kere daha devre dışı bıraktı. Aslında İran, Türkiye’nin yanı sıra Katar, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkeleri de devre dışı bırakıp Gazze krizi konusunda tek muhatabın kendisi olduğunu göstermiş oldu.
Sinvar’ın seçilmesi elbette birçok soru işaretini de doğurdu. Mesela, HAMAS’ın hem silahlı hem de siyasi kanadının Gazze’de olması örgüt açısından ne kadar güvenli? Radikal bir isim olarak bilinen Sinvar mevcut savaşın seyrini nasıl değiştirecek? Birçok insan Sinvar ile birlikte uluslararası ateşkes girişimlerinin tamamen suya düştüğünü de savunuyor. Bu görüşe ben de katılıyorum ancak HAMAS’ın başında diplomasi yanlısı Haniye varken de o ateşkes süreçlerinin pek işe yaramadığını unutmamak gerek.
Velhasıl 7 Ekim saldırısının ardından başlayan ve Sinvar’ın HAMAS’ın başına geçmesi ile devam eden süreç iyice İsrail-İran mücadelesine dönüştü. Gazze savaşını bitirmemek için elinden geleni yapan Netanyahu’nun Sinvar kararından çok memnun olduğunu söylemek yanlış olmaz muhtemelen.
Sonuç olarak Gazze krizinde yeni, gerilimin bölgeye taştığı ve daha kanlı günlerin kapıda olduğu yeni bir eşiğe girdiği söylenebilir. Elbette bu süreçte bölgesel güçler nüfuz peşindeyken olan yine Gazze’de sıkışıp kalmış ölüm sırasını bekleyen Filistinlilere olacak.