Teknolojinin insan yaşamını nasıl etkileyeceği konusunda tekno-iyimser ve tekno-kötümser diye iki ayrı pozisyon söz konusu. İyimserlere göre, dünya teknoloji öncülüğünde bir Rönesans yaşıyor, tüm sorunları çözmenin eşiğinde bulunuyoruz. Kötümserler ise, teknoloji şirketlerinin trilyon dolarlara dayanan piyasa değerlerine karşın büyüme, istihdam, gelir dağılımı gibi ölçütlerle ekonomik performansın iç açıcı olmadığına, gelişmelerin sade yurttaşın yaşam standartlarını istenilen ölçüde yukarı çekmediğine vurgu yapıyorlar.
Son dönemlerde özellikle yapay zekâ üzerinden iyimserlik eğiliminin baskın hale geldiğini gözlemliyoruz. Araştırmacı Evgeni Morozov bu pembe vizyonun, “İnternet-Merkezcilik”, “Siber-Ütopyacılık”, “Tekno-Çözümcülük” gibi terimlerle adlandırıldığını hatırlatıyor. Yeni döneme Panglosçu neoliberalizm denilebileceğini söylüyor. Bilindiği gibi Dr. Panglos Voltaire’in aşırı iyimserlik sembolü bir kahramanıdır. Girişim sermayesi kapitalistlerinden, teknoloji şirketi CEO’larına, startup kurucularına kadar teknoloji camiasınca pompalanan inanç, her şeyin iyiye gittiği, piyasa-çekişli teknoloji altyapılarının alternatifi olmadığıdır.
Serbest piyasanın dijital ekonominin örgütlenmesinde en etkin yol olduğu dogmasına karşı Morozov, Soğuk Savaş döneminde kamu kaynaklarıyla Silikon Vadisi’nin, DARPA adlı Savunma Bakanlığı’na bağlı kamu kurumunun, GPS diye kısalttığımız Küresel Pozisyonlama Sistemi’nin, entegre devrenin ve bilgisayar mouse’unun yaratıldığını vurguluyor.
YAPAY ZEKÂ VE 7 TEMEL SORUN
Morozov günümüzün gözde atılımı üretken yapay zekânın büyük şirketlerce geliştirilmesinin ortaya çıkardığı 7 temel soruna dikkat çekiyor:
Birincisi, üretken yapay zekânın yüksek harcama isteyen, buna karşı yüksek getirileri olan doğası Google, Mistral, Open Al, Anthropic gibi şirketlerin küçük farklarla aynı konuya odaklanmasını, kaynakları israf etmesini getiriyor. Halbuki veri ve modellerin merkezileştiği bir altyapı modeli daha iyi bir seçenek oluşturabilirdi.
İkincisi, yoğun rekabet, devasa miktar veri toplama zorunluluğu hisseden şirketler kaliteyi düşürmeye başlıyor, Google Al’ın “sağlık için kaya yiyin”, “pizzanın üzerine zamk dökün” gibi saçma önerilerde bulunmasına yol açabiliyor.
Üçüncüsü, kullanılan orijinal içeriğin sahibi yazarlar, gazeteciler, sanatçılar bu emeklerinin karşılığını alamazken, onların yaratıcı emekleri şirketler için kar üretiyor.
Dördüncüsü, yapay zekâ araştırmalarının yatırımcıların çıkarlarının ötesinde hangi hedefe varmak istediklerini bilemiyoruz. Diğer şirketlere, hükümetlere ve silahlı kuvvetlere ürünlerini satarak azami kar elde etme motivasyonu taşımaları, deneysel ve yenilikçi doğrultuda ilerleyeceklerinin teminatını oluşturmuyor.
Beşincisi, üretken yapay zekâ hizmetlerinin şeffaf olmamasına ilişkindir. Bazı hizmetlerin ücretsiz sunulması “Silikon Vadisi’nin paralel refah devleti” olarak da adlandırılıyor. Ancak tüm bu hoşluklar platformların yaygınlaşması ve pazar payını artırması içindir. Yapılan faaliyetlerin sürdürülebilirliğine ilişkin tam bir sis perdesi söz konusudur.
Altıncısı, bu teknolojilerin ABD’de yoğunlaşması zaten teknolojik olarak az gelişmiş Küresel Güney’in bağımlılığını derinleştirir. Çin’in dışında Silikon Vadisi’yle ve onun Avrupalı müttefikleriyle rekabet edecek başka bir güç görünmüyor.
Yedincisi, bu sistemlerin istikrar ve tahmin edilebilirliği öncelemesi, yenilik ve çeşitliliği göz ardı etme tehlikesidir. (Evgeni Morozov, Can Al Break of Panglossian Neoliberalism? bostonreview.net)
Aslında tüm bu yapay zekâ tartışmasının özetini, gazetemiz yazarı Yiğit Özgenç’in “Bu teknoloji, kimin elinde olduğu ve nasıl kullanıldığına bağlı olarak, ya toplumsal refahı güçlendirebilir ya da var olan eşitsizlikleri pekiştirebilir” cümlelerinde de bulmak olanaklı.
ÇOK HARCAMA, AZ FAYDA
Yapay zekânın insanlık için önemli gelişme potansiyeli içerdiği yadsınamaz. Gelgelelim marifetleri henüz makro ekonomik verilere yansımış değil. Hatta “çok harcama, az fayda” gibi ifadelerle kuşkular da uyandırmaya başladı. ABD yatırım bankası Goldman Sachs’ın Top of Mind adlı yayınında “…üretici yapay zekânın veri merkezleri, yongalar, enerji şebekeleri ve yapay zekâ altyapısı dahil önümüzdeki yıllarda tam 1 trilyon dolar sermaye yatırımı gerektireceği” bildiriliyor.
Bu yatırımların büyüme ve verimlilik istatistiklerine yansıması konusunda MIT’den Daron Acemoğlu’nun görüşlerine başvuruluyor. Acemoğlu, yapay zekânın kullanılabileceği işlerin sadece dörtte birinde önümüzdeki on yılda maliyelerin düşeceği, bunun tüm işlerin yüzde 5’inden azını etkileyeceği görüşünde. Acemoğlu yapay zekânın yeni işler ve ürünler yaratacağı varsayımının da “bir doğa kanunu” gibi peşinen kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyor. Bu çerçevede önümüzdeki on yılda toplamda üretkenliğin sadece yüzde 0.5 ve büyümenin yüzde 0.9 artacağını tahmin ediyor.
Goldman Sachs’ın kıdemli ekonomisti Joseph Briggs’e göre ise daha iyimser bir senaryo beklemek gerekiyor. Yapay zekânın tüm işlerin dörtte birinin otomasyona geçmesini sağlaması, ABD’de üretkenliği on yılda yüzde 9, GSYH’yı ise yüzde 6.1 artırması olanaklı görünüyor.
DİJİTAL EKONOMİ VE KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
Dijital ekonominin gelişiminin küresel iklim değişikliğini nasıl etkilediğinin araştırılması da büyük önem taşıyor. Teknolojik atılımların çevresel maliyetlerini küçümsememek gerekiyor. Birleşmiş Milletlere bağlı Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) geçenlerde yayımladığı 2024 Dijital Ekonomi Raporu’nda işte bu konuya eğiliyor.
Dijital ekonomi küresel iklim değişikliğini başlıca dört kanaldan etkiliyor:
1) Dijital ekonomi küresel sera gazlarının yüzde 1.5 ila yüzde 3.2’sinden sorumlu. 2022’de veri merkezleri 460 terawatt-saat elektrik tükettiler. Bu 42 milyon ABD hanesinde tüketilen enerjiye eşit. Sözü edilen rakamın 2026’da ikiye katlanması bekleniyor.
Yapay zekâ ve kripto para madenciliği teknolojilerinin yükselişi enerji tüketimini belirgin biçimde artırdı. Örneğin, Bitcoin madenciliğinin enerji tüketimi 2015 ve 2023 arasında 34 kat artarak 121 terawatt-saate yükseldi. Bir karşılaştırma açısından Belçika ve Finlandiya’nın bir yılda 90 terawatın altında enerji tükettiğini söyleyebiliriz.
2) Dijital kaynaklı atıklar 2010 ile 2022 arasında yüzde 30 artışla küresel ölçekte 10.5 milyon tona yükseldi. Dijital atık yönetimi yeterince gelişmediği için bu kirlilik çevre için çok olumsuz etkiler yaratıyor.
3) Bugün dijital ekonomi açısından çok hayati önem taşıyan nadir mineraller büyük ölçüde gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) tarafından üretiliyor. Bu minerallerde elektronik tüketim malları, elektrikli araç bataryaları ve yenilenebilir enerji depolaması kaynaklı olarak 2050 yılına kadar talebin yüzde 500 artacağı tahmin ediliyor. Bu durum söz konusu kaynaklara sahip GOÜ’ler için haliyle kalkınma fırsatı yaratıyor. Ancak istenen sonuca çıkardıkları minerallerin katma değerini yükseltebilmeleri, sonuçlarını etkin biçimde değerlendirebilmeleri, değer zincirlerinde farklılaşmaya gidebilmeleri ve diğer sektörlerde sıçrama sağlayabilmeleri halinde ulaşabilirler. Böyle bir kalkınma perspektifi, sürdürülebilir ve kapsayıcı dijitalleşmeye doğru stratejik bir atılımla başarılabilir. Yüz güldürücü bir sonuca ulaşmak atık miktarını azaltmak, çevresel etkileri göz önüne almak ve ham madde kullanımında etkinliği artırmak ile mümkün olur.
4) Su tüketimi de dijital ekonominin işlemesi için yaşamsal bir unsurdur. ABD’de veri merkezlerinin beşte bir yararlandıkları su havzalarının potansiyelini zorluyor. 2022’de Google’ın veri merkezleri ve ofisleri 21.2 milyon metreküp, Microsoft ise 6.4 milyon su tüketmiş. Ayrıca Google’ın Uruguay’da kurmayı planladığı veri merkezine ciddi tepkiler yükseltildi. Çünkü ülke 74 yılın en kötü kuraklığını yaşıyordu ve 3.5 milyon insan içme suyundan yoksun kalmıştı. Microsoft’un GPT-3 eğitimi için ABD’deki veri merkezleri de 700 bin litre temiz içme suyu tüketmişti.
ÇEVRESEL ETKİLER HER AŞAMADA GÖRÜLÜYOR
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin doğrudan çevresel etkileri üretim aşamasından (hammaddenin çıkarılması ve işlenmesi, imalatı ve dağıtımı) başlar, kullanım aşamasına ve kullanım sonu atık noktasına kadar uzanır.
Ayrıca dijital teknoloji ve hizmetlerin kullanımının dolaylı etkileri de bulunur. Örneğin dijital teknolojiler enerji etkinliğini artırabilir ve tüm sektörlerin talebini aşağı çekebilir. Dijital teknolojiler taşımacılık, inşaat, tarım ve enerji sektörlerinde sera gazı salımlarını düşürebilir. Bu potansiyel kazanımlar dijitalleşmenin mal ve hizmet tüketimini körüklemesi nedeniyle azalabilir veya dengelenebilir, bu da çevreye olumsuz etki yapar.
Dijital ekonomi ile ilgili politikalar geliştirirken tüm bu etmenlerin göz önüne alınması büyük önem taşıyor.