iktibasFehim TaştekinTüm çelişkileriyle Direniş Ekseni-2: Alanların birliği sonuç getirecek mi? - Fehim Taştekin

Tüm çelişkileriyle Direniş Ekseni-2: Alanların birliği sonuç getirecek mi? – Fehim Taştekin

Orjinal yazının kaynağıgazeteduvar.com.tr
diğer yazılar:

İRAN’IN VEKİL GÜÇLERİ Mİ ORTAKLARI MI? İDEOLOJİK VE ÖRGÜTSEL İLİŞKİLERDEKİ ÇELİŞKİLER NELER?

Direniş Ekseni, İsrail’e mutlak koruma sağlayan eksene karşı, İran’ın az maliyetlerle esnek ve yatay koalisyonlar kurmasına imkân veriyor. Bu strateji riskleri coğrafyalara yayarken olası çatışmanın ana karaya yansımalarını sınırlıyor. Ayrıca kendi ideolojik perspektifine göre müttefikler bulmasına ve düşmanlara karşı asimetrik yanıtlar vermesine yarıyor. İranlılar Direniş Ekseni’ne “vekil güç” denilmesine karşı çıksalar da Tahran’ın stratejik satranç tahtasında her birinin bir yeri var. Hizbullah, İran’ın ABD, Fransa, Suudi Arabistan ve Suriye’nin de olduğu Lübnan denklemine girmesinde en önemli araçtı. Hamas ve İslami Cihad, İran’ın Filistin dosyasında olmasını sağladı. Yemen’de Husilerin gösterdiği direnç Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) İran’a düşmanlık etmenin maliyetine işaret etti. Bağdat’taki Şii aktörlerin tutumları da ABD’ye İran’la paslaşmadan Irak’ta tek başına denklem kuramayacağını öğretti. Tüm bunlar ABD, Çin ve Rusya dahil bölgede siyasi, ekonomik ve stratejik nüfuz arayışındaki güçlerle müzakerelerde İran’ın elini güçlendiriyor.

Elbette ortak düşmana karşı yardımlaşma içindeler ve her birinin İran’la ilişki düzeyi ya da biçimi farklı. Ana aktörler açısından bir şeye başlama ya da bitirme konusunda İran’la aralarında bir emir-komuta ilişkisi tespit etmek kolay değil. Kendi iç dinamiklerine göre sınırları belirleyip özerk alanlarını muhafaza edebiliyorlar.­ Ortak dil, simge ve araçlar mutlak olarak ideolojik ve organizasyonel örgütlülük anlamına gelmiyor. En özel ilişki dini merci olarak Hamaney’e bağlı olan Hizbullah’a ait. Fakat Hizbullah askeri ve siyasi kararlarında Lübnan denklemine göre hareket edebiliyor. 1980 ve 1990’larda işgal ve iç savaş koşullarında yaşananlar bir kenara, Lübnan siyasal sisteminin bir parçası haline geldikten sonra Hizbullah, İran’ın öncelikleri ile Lübnan’ın ulusal çıkarları arasında bir cendereye girmekten kaçındığı izlenimi veriyor. Hizbullah, İran’da hakim olan siyasi iklim, dini kurallar ve geleneklerle Lübnan toplumunda var olamayacağının farkında. Askeri gücü Şii taraftarlarına dayansa da siyasi denklem içinde Hıristiyan, Dürzi ve Sünni müttefikleriyle birlikte hareket etmek zorunda. Yine de bu durum hasımları nezdinde İran’ın maşası olma ve Lübnan’ı ateşe atma suçlamalarını bertaraf etmiyor.

Kuşkusuz Hizbullah, Ensarullah, Irak İslami Direnişi, Hamas ve İslami Cihad gibi İslami bir dünya görüşüne sahip. Hepsi toplumlarına İslami gelecek vaat ediyor. Gazze’de Hamas ve İslami Cihad’la ortak hareket eden Marksist ‘Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ gibi yapılar da var.

Hamas, Mısır merkezli Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olarak ortaya çıksa da ideolojik referanslar dışında karar ve eylemlerinde bu yapıdan da bağımsız davranıyor. İran’a yaklaştıkça Müslüman Kardeşler’in genel ajandasıyla çatışıyor. Sözgelimi Suriye’de Müslüman Kardeşler, Şam yönetiminin öteden beri azılı düşmanı. Hizbullah ve öteki Şii milisler Suriye’de Müslüman Kardeşler ve selefi-cihadi grupların bastırılmasında aktif rol oynadı. Müslüman Kardeşler 1970’lerden beri Suriye’de terör örgütü muamelesi görürken Hamas’ın siyasi bürosu yıllarca Şam’da kaldı. Hamas’ın 2012’de Türkiye ve Katar’ın yönlendirmesiyle Esad yönetimine tavır alıp Şam’ı terk etmesi Direniş Ekseni ile ilişkileri olumsuz etkiledi. İran’ın verdiği desteğin telafisi olmayınca köprüleri kuracak yollar arandı. Gazze’deki lider Yahya Sinvar İran, Hizbullah ve Ensarullah’la ilişkilerin geliştirilmesinden yanaydı. Hatta Müslüman Kardeşler nedeniyle Mısır’la kavgayı sürdürmek istemiyordu. İran ve Hizbullah’la buzlar eritilse de Şam’la eski sayfaya tam olarak dönülemedi. Hamas liderlerinden Halil el Hayya başkanlığındaki bir heyetin Şam’ı ziyaret ettiği Ekim 2022’ye kadar Esad mesafeyi korudu. Bu yüzden İran’ın Hizbullah’la yakaladığı güven ilişkisinin aynı ölçüde Hamas’la olduğu söylenemez.

Müslüman Kardeşler’in Irak kolu Irak İslami Partisi İran destekli Şii partilerle kavgalıydı. Müslüman Kardeşler’in Yemen uzantısı Islah Partisi de Husilerle savaş halindeydi. Yemen siyasetinde Ahmer aşiretinin rolü büyük. Islah da gücünü bu aşiretten alıyor. Islah’ın kuruluşuna öncülük eden Şeyh Abdullah bin Hüseyin el Ahmer, Sadık el Ahmed ve General Ali Muhsin el Ahmer bu aşiretten. Suudiler hesabına Ensarullah’a karşı Ahmer, Haşid ve Bakil’i örgütleyen isimlerin başında General Ali Muhsin geliyordu. General aynı zamanda 2004 sonrası Husilere karşı operasyonların komutanıydı. Husiler bölgedeki aşiretleri El Kaide ile ortak cephe kurmakla itham ediyordu. Hasımları ise Husileri ülkeyi Zeydi imameti dönemine geri götürme amacı gütmekle suçluyordu. Suudiler Ortadoğu’da savaş açtıkları Müslüman Kardeşler’in Yemen kolunu desteklemekte sakınca görmüyordu.

2004-2010 savaşı boyunca Husilerin gündeminde İsrail ya da Hamas yoktu. Ali Abdullah Salih iktidardayken hem Hamas hem de El Fetih ile yakın ilişkilere sahipti. Bazı Hamas liderleri Ensarullah’ı darbecilikle suçlayıp Suudilerin geçiş dönemi formülü olarak Salih’in yerine geçirdiği Mansur Hadi’yi destekliyordu. Husiler 2015’de başlayan savaş sırasında ABD’nin yanı sıra İsrail’i de Suudi koalisyonuna destek vermekle suçlarken ‘anti-Siyonist’ söylem belirgin hale geldi.  Bu süreçte Hamas’la da dostluk kurulurken Hizbullah’la ilişkiler gelişti.

Suriye de Arap milliyetçiliği ve seküler karakteri nedeniyle “İslami İran’la” aynı kefeye konulamayacak bir ülke. Suriye’nin Tahran’la ortaklığının Beşşar el Esad’ın Aleviliği ile hiçbir ilgisi yok. İran, Direniş Ekseni’ni korumak için Suriye’nin ayakta kalması gerektiğine karar verip Rusya ile birlikte Esad yönetiminin yıkılmasının önüne geçti. Fakat halihazırda yıpratıcı bir çatışma sürecinden çıkamamış ve toprak bütünlüğünü sağlayamamış olan Suriye, 7 Ekim sonrası hem Hamas’ın başlattığı savaşın parçası olmamak hem Arap Birliği ile açtığı sayfayı tersine çevirmemek için oldukça temkinli hareket ettiği görüntüsü veriyor. Bu görüntünün Körfez blokunu memnun ettiği de söylenebilir.

Bu güçler İran açısından Orta Doğu’nun karmaşık denklemlerinde pek çok bakımdan kaldıraç vazifesi görüyor. Hizbullah’ın disiplin, profesyonellik ve sofistike operasyon yetenekleri hareketin İran’a olan ihtiyacını azaltırken bu durum kendi karar süreçlerinde daha özerk davranmalarını sağlıyor. Aynı şeyi Suriye’deki milis yapılar için söylemek zor. Doğrudan Kudüs Gücü tarafından kurulan, her açıdan bağımlı olan Fatimiyyun Tümeni ile Zeynebiyyun Tugayı vekil güç tanımına uyuyor.

Irak’taki milislerle ilişkiler ise tekdüze değil. Irak’taki ilişkiler zaman zaman koordinasyon ya da eşgüdüm görüntüsünden çıkıyor. İlişkilerde tutarlılık yok. Suriye-Ürdün-Irak üçgenindeki Tower 22’de üç Amerikalı askerin öldüğü saldırıdan sonra olduğu gibi İran’ın devreye girerek Iraklı örgütleri durdurduğuna dair örnekler var. Fakat CENTCOM’un eski komutanlarından General Kenneth F. McKenzie gibi sahada bulunmuş Amerikalı yetkililer, İranlılar kısmen dizginlese de örgütlerin her birini kontrol ettiğine inanmıyor. Ya da bu tür dizginlenme müdahalelerinin etkisi geçici olabiliyor.

Ensarullah askeri eğitim, teknik ve silah desteği alsa da operasyonel olarak İran’a bağımlı bir güç sayılmaz. Hamaney’e velayet-i fakih inancıyla bağlı değiller. ABD ve Siyonizm karşıtlığında söylemsel beraberlik ve hedeflerinde stratejik çakışmalar olsa da Husiler fikri altyapılarıyla kendilerine özgü. Başkent Sana’nın yanı sıra Yemen Silahlı Kuvvetleri’ni kontrol eden ve güçlü bir tabana sahip olan Ensarullah, İran için küçük ölçekli stratejik ortak sayılabilir. Bölgedeki Arap rejimlerinden bazıları Filistin konusunda sessiz kalırken ve bazıları ABD ve İsrail’le işbirliği yaparken, Gazze ile dayanışmak Husiler için hem bölünmüş Yemen’de hem bölgede meşruiyet kazandırıyor. Bunun ötesinde İran bağımlılık ilişkisini büyütecek oranda askeri, mali ve teknik destek sağlayabilecek güçte bir ülke değil.

ALANLARIN BİRLİĞİ SONUÇ GETİRECEK BİR STRATEJİ Mİ?

Alanların Birliği aslında Gazze yangın yerine dönerken Filistin’in diğer yakası Batı Şeria’nın çaresizce uzaktan izlemesine son verilmesi gerektiği düşüncesinden doğmuştu. İran, İsrail’i zorlamak için Batı Şeria’daki Filistinlilerin de silahlandırılması gerektiğini savunuyordu. Amerikalılarla çok uyumlu bir işbirliği sergileyen ve İran’ın nüfuz kanallarına karşı çok uyanık olan Ürdün’ün sınırı, Batı Şeria’yı silahlandırma planlarının önündeki en büyük handikaptı. Büyük bir bölümü İsrail’in işgali altında olan Batı Şeria’da sınırlı ve küçük çaplı da olsa Aslanlar Yuvası, Cenin Tugayları ve Nablus Tugayları gibi bağımsız gruplar ortaya çıkınca “Acaba İran’ın rolü nedir” sorusu gündeme geldi. O bölgedeki silahların sırrı henüz çözülebilmiş değil. Öte tarafta Gazze’nin silah kaynağına dair çok sayıda rapor ve yazı kaleme alındı. Sudan, devrik lider Ömer el Beşir döneminde İran’ın Mısır üzerinden Gazze’ye silah sevkiyatında önemli bir güzergâhtı. 2013’te Mısır’da tünellerin kapatılması ve Beşir sonrası Sudan hattının riske girmesiyle Gazze’nin tünellerindeki üretime daha fazla ağırlık verildi. Ayrıca İsrailli kaynaklar yeni rota olarak deniz tünelleri üzerinde duruyor.

İsraillilere “Batı Şeria’da yeni bir Hizbullah doğuyor” dedirten silahlanma sürecinde Hamas’tan ziyade İslami Cihad’ın rolü üzerinde duruluyor. Ayrıca Batı Şeria’daki silahlı çatışmalarda FHKC, Demokratik Cephe ve Aksa Şehitleri Tugayı öne çıkıyor. Alanların Birliği stratejisine uygun gelişen ilk operasyon 2021’de Kudüs’te Şeyh Cerrah mahallesinin boşaltılmasına misilleme olarak İslami Cihad’ın başlattığı roket saldırılarıydı. Hamas iştirak etmemişti. Hamas’ın bu çatışmalardan uzak durması Aksa Tufanı hazırlıklarına odaklanma çabasına bağlanıyordu. İslami Cihad’ın İran’la eşgüdümü Hamas’tan daha ileri noktada.

7 Ekim sonrası Alanların Birliği stratejisi çerçevesinde farklı coğrafyalardaki örgütler arasında koordinasyon ve eşgüdüme ağırlık verildi. Bu durumda birbiriyle dayanışma için rastgele tepkiler vermek yerine stratejik yakınsamayla hedef birliği yapmak ve buna göre ortak yanıtlar geliştirme yaklaşımı öne çıkıyor.

Aslında Aksa Tufanı bu yaklaşımın tam tersi bir hazırlığın ürünüydü. İran ve Hizbullah’tan gelen açıklamalar, Hamas’ın saldırıyı Direniş Ekseni’nin hiçbir parçasına danışmadan hazırlayıp uygulamaya geçirdiğini ortaya koydu. Hatta Hamas’ın içinden gelen bilgilere bakılırsa örgütün siyasi bürosu genel hatlarıyla bir saldırı olacağını biliyordu ama neyin ne zaman ve nasıl olacağından habersizdi. Buna rağmen ne Gazze’deki diğer örgütler ne de Direniş Ekseni’nin öteki halkaları Hamas’ı yalnız bıraktı. Burada Alanların Birliği stratejisinin Direniş Ekseni’nin bileşenleri arasında tökezlemeye izin vermediği söylenebilir. Bu strateji örgütler arasında işbirliğini artırıyor. Yine de bu koordinasyon Direniş Ekseni’ni, savunmada ve saldırıda teşekküllü bir koalisyona dönüştürebildiği iddiasını karşılamıyor. Dönemsel olarak operasyonel eşgüdüm artıyor ama bu uzun vadede politik tercihler arasındaki uyumsuzlukları ortadan kaldırmayabilir.

Ayrıca her bir halka bulunduğu alanda bazı açmazlarla karşı karşıya. Direniş Ekseni içerden ciddi eleştiriler alıyor:
– Hizbullah paralel devlet kurmak ve Gazze için Lübnan’ı ateşe atmakla suçlanıyor. Savaşın bölgeselleşmesine sebep olmak örgüt üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Ayrıca Hizbullah parlamento ve hükümetteki konumunu kaybetmek istemiyor.
– Irak İslami Direnişi, Irak’ı İran ile ABD arasındaki savaşın arenasına dönüştürmekle itham ediliyor. Necef havzasındaki taklit merciinin İran’ın müdahalelerine karşı olumsuz tutumu da Irak İslami Direniş gruplarının dizginlenmesini isteyen siyasi bloka güç veriyor.
– Ensarullah İran’ın vekil gücüne dönüşmek ve zaten ağır bedeller ödemiş ülkenin yükünü ve acılarını artırmakla eleştiriliyor.
– İran içinde de Filistin’i Filistinliler ve Araplardan daha çok dert edinmenin mantığı sorgulanıyor. Direniş Ekseni’ni korumaya dönük siyasetin İran’ı tecrit etmek ve ambargo altına sokmaktan başka bir şeye hizmet etmediğini düşünenler az değil. Böyle düşünenler yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın ekibinde de var. Gerilim siyasetinin Devrim Muhafızları’nın dış ilişkileri esir alacak şekilde siyasi karar mekanizmaları üzerinde etkisini artırdığına dair tespitler öne çıkıyor. İran’ın yürüttüğü gölge savaşının artık ülkeyi doğrudan güçler arası savaşın eşiğine getirdiğine dair sistem içinden de uyarılar geliyor.

Bu tür eleştiriler Direniş Ekseni’nin parçalarında kaçınılmaz olarak belli eşiklerde fren mekanizmalarını devreye sokuyor ve Direniş Ekseni’nin oyunun kurallarını değiştirecek ölçüde risk almasını önlüyor.

Elbette adil bir fotoğraf için Direniş Ekseni’nin, Amerikan-İsrail eksenine karşı kazanımları ve açmazlarıyla birlikte ele alınması gerekiyor. Artık bir yerde açılan cephe kendi yalnızlığı içinde kalmıyor. Tabii İsrail’e yanıt veren cephelerin sayısı arttıkça savaşın bölgeselleşme riski artıyor. Bu da baskıyı çift yönlü hale getiriyor: Bu durumda İsrail’i koruma taahhüdü altındaki güçler Tahran’a diş gösterirken dönüp Tel Aviv’e de baskı yapma gereği duyuyor.

Sahadaki yansımalara bakıldığında da Hizbullah’ın saldırıları, İsrail’in tüm gücüyle Gazze’ye yüklenmesini önlemenin ötesinde kuzeyde yerleşimlerin boşalmasıyla fiilen bir tampon bölgenin oluşumuna neden oldu. Hizbullah sınır bölgesinde radar, gözetleme kuleleri ve kamera sistemlerini vurarak İsrail’i köreltti. İsrail 2006’dakine benzer bir kara harekâtını kolayca göze alamıyor. Tel Aviv’in stratejik derinliği olmadığı için savaşı İsrail’den uzakta tutma doktrini çıkmaza girdi. Büyük bir tırmanışta Hizbullah’ın İsrail’e sızma ve stratejik tesisleri vurma ihtimali felaket senaryoları kapsamında ele alınıyor. Hizbullah’ın kendi angajman kurallarını dayatabilecek noktaya gelmesi önemli bir denklem. Husilerin Yafa adlı SİHA’yı Tel Aviv’e ulaştırması da İsrail’i Kızıldeniz hattından saldırıya açık hale getiriyor. Suriye tarafından Golan cephesinin açılması ihtimali de İsrail’i geriyor. Hatta yarıdan fazlası Filistinli olan Ürdün’ün savaşın içine çekilmesi ihtimali, İsrail’i güvenceye alan Amerikan-İngiliz düzenini tehdit ediyor.

Fakat bütün bunlar İsrail’in çatışmayı tırmandırma konusundaki cüretini kıramadı. Bu da yıpratma savaşı güderken tam kapasite savaştan kaçınma yönündeki hassasiyetin sınırlarına işaret ediyor. Haniye’ye suikasttan sonra savaşa yol açmayacak misilleme arayışı öne çıktı. Fakat bu tartışmada en dikkat çekici boyut şuydu: Savaştan kaçınma önceliği İsrail’in istediği oyuna izin veriyor; bu nedenle tırmanışa son vermek için artık İran’ın savaşa hazır olduğunu göstermesi gerekiyor. Yine de İran’ın iç bütünlüğünü tehdit eden kırılganlıklar ortadayken Tahran’ın savaştan kaçınma önceliği değişmeyebilir.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
339AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin