yazılariktibasTürkiye-Irak-Suriye hattı ve Kürt sorunu - Yusuf Karadaş

Türkiye-Irak-Suriye hattı ve Kürt sorunu – Yusuf Karadaş

Orjinal yazının kaynağıevrensel.net
diğer yazılar:

Fazla tartışma konusu olmasa da Milli Savunma Bakanı Güler geçtiğimiz hafta Reuters haber ajansına dikkat çekici açıklamalarda bulunmuştu. Güler’in açıklamalarında iki nokta öne çıkıyordu: Birincisi; Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi için “Suriye’de yeni anayasanın kabul edilmesi, seçimlerin yapılması ve sınır güvenliğinin sağlanması”. İkinci ise Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve Rusya ile ilişkileri konusunda, Türkiye’nin bu güçlerle ilişkilerini geliştirmek istediğini ancak önceliğinin “Önemli bir müttefik olarak NATO’ya karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek” olduğunu söylüyor, “Odak noktamız NATO’nun hazırlıklı, kararlı ve güçlü olması” diyordu.

Bu açıklamalar hem “Suriye ile normalleşme” derken Erdoğan iktidarının önceliğinin ne olduğunun hem de Türkiye’nin bölgedeki pozisyonu ve bu bağlamda Irak ile askeri mutabakat zaptının imzalanması gibi hamlelerinin anlaşılması bakımından önem taşıyor.

Soru basit: Türkiye, ÖSO/SMO adı altında bir araya getirdiği cihatçı gruplarla iş birliğini sürdürüp Suriye’de işgal altında tuttuğu topraklardan çekilmeyecek ve dahası Türk askeri İdlib’de El Kaide’nin devamcısı HTŞ’ye ‘kalkan’ yapılmaya devam edilecekse Suriye ile “normalleşme” derken ne istiyor?

Bakan Güler’in açıklamalarına bakınca, Erdoğan iktidarının önceliğinin kendi Kürt sorunu bakımından bir tehdit olarak gördüğü Kürt özerk yönetimini ortadan kaldırmak için iş birliği yapmak olduğunu anlamak zor değil. Zaten Erdoğan’ın Esad ile görüşme ve Suriye ile “normalleşme” girişimleri de Suriye Kürtlerine karşı yeni bir operasyon için Ağustos 2022’de Soçi’de Putin’in kapısını çalması ve Putin’in de “Bu konuda muhatabın Esad” yanıtını vermesi sonrasında başlamıştı.

Erdoğan iktidarı, Suriye Kürtlerine karşı iş birliği yapılması konusunda son günlerde Deyrezor kentinde İran yanlısı milis güçler ve bazı Arap aşiretleri ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında yaşanan çatışmaları da bir fırsata çevirmek istiyor. Çünkü İsrail’in savaşı bütün bölgeye yaymaya yönelik saldırıları, Yemen’den Lübnan’a bölgenin birçok noktasında olduğu gibi ABD’nin askeri üssünün bulunduğu ve SDG ile iş birliği yaptığı Deyrezor’da da bu güçlerin karşı karşıya gelmesine yol açıyor.

Ancak ABD’nin Kürtlerle iş birliği yapması nedeniyle yaşanan anlaşmazlığa rağmen ABD ve Türkiye’nin Suriye’de karşıt pozisyonda oldukları da söylenemez. Aksine İdlib başta Türkiye’nin buradaki konumlanışı ABD, NATO ve AB’nin politikalarıyla uyumluluk gösteriyor ve bu güçler Türkiye’nin aldığı pozisyondan duydukları memnuniyeti her fırsatta dile getiriyorlar. Bu konuda Türkiye’nin 2020’de İdlib’de Suriye ve Rusya ile askeri olarak karşı karşıya gelmesinden sonra ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin Türkiye’ye destek açıklamalarını hatırlatmak yeterlidir.

Dolayısıyla Bakan Güler’in, Suriye ile “normalleşme” (Türkiye’nin Suriye’deki işgal ve askeri varlığına son verme) konusunda söyledikleri herhalde en çok bu sürece açıkça karşı olduğunu söyleyen ABD emperyalizmini memnun ediyordur.

Bu noktada bölgede gerilimin tırmandığı bir dönemde Türkiye ve Irak arasındaki ilişki ve iş birliğinin hız kazanmasına da dikkat çekmek gerekiyor. Erdoğan nisan ayında Irak’a yaptığı ziyarette Irak Başbakanı Sudani ile “Stratejik Çerçeveye Dair Mutabakat Zaptı” imzalamış ve 26 anlaşma yapmıştı. Bu anlaşmaların bir devamı olarak 15 Ağustos’ta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Irak’ın KDP’li Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin arasında “Askeri İşbirliği ve Terörle Mücadeleye Dair Mutabakat Zaptı” imzalandı. Bu anlaşmaya göre; Türkiye ve Irak arasında Bağdat’ta ortak bir “koordinasyon merkezi” açılacak ve uzunca bir dönem iki ülke arasında gerilime yol açan Türkiye’nin Musul yakınındaki Başika Kampı da “ortak askeri eğitim merkezi” haline dönüştürülecek.

Basra Körfezi’nden Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanması hedeflenen ‘Kalkınma Yolu’ ile ilgili pazarlıkların bir parçası olarak gündeme getirilen bu anlaşmalarla Türkiye’nin PKK ile mücadele adı altında Irak’taki askeri varlığına ve kurduğu askeri üslere de resmiyet kazandırılıyor. Dahası bu anlaşmalarla ABD’nin, Türkiye’nin Irak’taki operasyonlarının ve askeri varlığının Irak merkezi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile koordinasyon halinde yapılması yönündeki uyarı ve talebi de gerçekleştirilmiş oluyor.

ABD için Türkiye, Irak merkezi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimleri arasındaki koordinasyon, bu güçlerin kendi politik ekseninde bir araya getirilerek İran’ın dengelenmesi ve NATO’nun bölgedeki varlığının artırılması bakımından önem taşıyor.

Türkiye’nin bölgedeki pozisyonu ve attığı/atacağı adımların sınırlarının anlaşılması bakımından Bakan Güler’in “Önceliğimiz NATO’ya karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek” sözünü akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Peki, NATO’ya karşı sorumluluklarını her şeyin üstünde tutan bir iktidarın en büyük destekçileri ABD ve NATO olan İsrail saldırganlığına karşı gerçek anlamda bir tutum alması mümkün müdür?

Bakanın açıklamaları, Erdoğan iktidarının yapılan hamasetin ötesinde bugüne kadar neden İsrail’e karşı etkili bir tutum almadığının/alamadığının da yanıtını veriyor.

İktidarın bugüne kadar sürdürdüğü bölge politikasının sonuçları ortada olduğuna göre buna karşı yapılması gereken de açıktır: Türkiye’yi bölgenin daha geniş alanlarında çatışmalarla yüz yüze getirmekten ve çözümsüzlüğü derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmayan savaşçı politika karşısında Kürt sorununun ülke içinde ve demokratik-barışçıl çözümünü;  Filistin başta ezilen halklarla dayanışmanın büyütülmesi ve bölgede barışın sağlanması için de  her şeyden önce NATO’dan çıkılmasını ve ABD başta emperyalistlerle yapılan bağımlılık anlaşmalarının iptal edilmesini savunmak gerekiyor.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
327AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin