YKP, yokoluş teolojilerinin karşısında ekososyalist siyasetin, geleceğin yaşamını bugünden inşa etmek için çaba gösterir
Canlı yaşamının devamının sağlanması global ölçekte bu ve önümüzdeki yüzyılların en önemli siyasal sorunudur. Canlılığın devam etmesi bir yandan biyolojik çeşitliliğin diğer yandan ise kültürel çeşitliliğin korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesine bağlıdır. Çeşitliliğin önündeki en büyük engel ise yaşamı tektipleştiren kapitalist üretim tarzıdır.
Kapitalist üretim, bir yandan emeği, diğer yandan ise doğayı sömüren, baskı ve tahakküm altına alır ve tüm varlığını bu sömürüye borçludur. İnsanı doğadan, doğayı da toplumsal bedeninden kopartan bu eril üretim ve tüketim biçimi, rekabeti, yok etmeyi ve şiddeti tetikleyen, yok ederek birikim sağlayabilen bir büyüme modelidir. Bu büyüme modeli, toplumu erilleştirirken, cinslerin çeşitliliğini yok etmekte, piyasanın birer malı haline gelen tüm doğa varlıklarını ve emek gücünün pazarlanabilmesi için de kültürleri tektipleştirmektedir. Tektipleştirilen toplumsal yaratıcı güç, piyasada bir emek gücüne, doğa ise bir hammaddeye dönüşmektedir. Bunun sonucunda da üretim insani olandan kopmakta, doğanın sınırlarını hiçe saymaktadır. Bu büyümenin bir an için tehlikeye gireceğinden duyulan kaygı toplumu atomize edecek tüm kültürel, iktisadi ve sosyal pratiklerin hayata geçmesine yönelik maskülen, baskıcı bir dili her daim canlı tutmaktadır. Ataerkil figürlerden beslenen, milliyetçi ve faşizan söylemlere kapı aralayan bu yeni kapitalist uygarlık sonunu getirmek pahasına varlığını sürdürebilmektedir. Bir yandan muazzam bir toplumsallaşma yaşanırken, devlet aygıtının elindeki şiddet tekelini bile kullanmaya yüzü dönük bir militaristleştirme hayata geçirilirken, dünya yurttaşlarına kapitalistlerin önerdiği ise dünden daha farklı değildir: bireysel kurtuluş. Kapitalizmin geldiği bu yıkıcı aşama, kendi varlık zeminini tehdit ederken; suyun, havanın, toprağın bir hammadde olarak dahi tükendiğinin uzun süredir farkındayız. Kapitalistler Roma Klübü raporundan, sürdürülebilir kalkınma zirvelerinden beri dünyanın bir felakete sürüklendiğini biliyor. Önerebildikleri tek yol ise ekolojik bu krizin piyasa yollarıyla çözülmesidir. Ekonomik krizi de içerip aşan bu ekolojik kriz çağına piyasa toplumu ve kapitalizm yanıt üretemez. Buna yanıt üretecek, sorumluluk hukukunu kapitalistler 2. Dünya savaşında atom bombası kullanarak çoktan vazgeçtiler. Birikim için faşizmin toplumsallaşmasını, kültürlerin yok olmasını, kıtaların yağmalanmasına göz yuman bir gelenek ve kültür biriktirdiler. Burjuva ahlakı bu anlamıyla çözüldü ve buna uygun da bir iktisat, siyaset ve yaşam biçimi örgütledi. Toplumlar, kapitalizmin sınırlarının farkında. Farkında olmamız gereken ise bu yaşamın bir zorunluluk olmadığıdır.
YKP kapitalist yaşamın tek ve zorunlu bir yaşam biçimi olmadığını bildiği gibi, emek sürecinde doğanın ve insanın birlikteliğini görmezden gelen kalkınmacı siyasetlerin de kapitalistleşiğinin farkındadır. Bu nedenle, emek ile doğa arasındaki yarılmayı aşan, emek sürecinde doğanın sınırlarını tanıyan, büyümeyi değil, doğayla uyumlu bir sürdürülebilirliği esas alan siyasal yaşamın ekososyalist bir program olduğunu tespitini yapar.
YKP, sınıfsal farklılaşmaları aşan, uygarlığın eril diline karşı bedenin çoğul dilini eksen alan, kültürel ve biyolojik çeşitliliği korumak için ekososyalizm ekseninde mücadele eder. Ekososyalizm, bedeni, toplumsal ve doğal varoluşuyla sahiplenen; insanı doğadan koparmayan; türlerin ve cinslerin çeşitliğini tanıyan; emeğin özgürleşmesini, doğanın, türlerin ve cinslerin özgürleşmesiyle eş anlı gören; rekabeti değil uyumu, dayanışmayı, karşılıklı yardımlaşmayı esas alan; şehir ve kırsal arasındaki çelişkiyi aşmayı önüne koyan; milliyetçi, militarist, tekçi uluslaşmaya karşı çoğulluğa dayalı enternasyonalizmi savunan bir yaşama fikridir. Ekososyalist bu fikriyat, dünyanın farklı coğrafyalarında filizlenmekte, toplumsal hareketlerin içinden, sokaklardan iktidarı toplumsallaştıracak pratiklerini ve düşünsel zenginliğini sunmaktadır.
Coğrafyamızda, kontrolsüzce büyüyen inşaat sektörü doğayı sınırsız bir hammadde olarak algılayıp kâr amacıyla dağları delmekte, oralardaki ekosistemleri yok etmektedirler. Yerel tohumların sonunu getirmek için yasa çalışmaları yapılmakta, su gibi en temel ihtiyaçların sağlanması için doğayla harmoni içinde olacak çözümler bulunmazken özelleştirileceği tartışılan suyun doğa talan edilerek Türkiye’den Kıbrıs’a taşınmasının hazırlıkları yapılmaya çalışılmaktadır. Uzun vadede, insan da doğanın parçası olduğundan, doğaya zararlı olanın insana da zararlı olduğu anlaşılacaktır.
YKP, içinde yaşadığımız coğrafyada, ekososyalizm ilkeleri çerçevesinde mücadeleyi yükseltecektir.